Author Topic: Halil Berktay: Mühtedi ve muhacir  (Read 8336 times)

0 Members and 1 Guest are viewing this topic.

Offline bogutevolu

  • Charter member
  • *****
  • Posts: 999
  • Gender: Male
Halil Berktay: Mühtedi ve muhacir
« on: September 11, 2010, 22:38 »
Ya da [Parentez-27] ve [Giritliler-18]. Ya da [Türkleşme patikaları-3]. Sırf Anadolu’da 11. yüzyılda mevcut yerli (çoğu Ortodoks Kilisesine mensup ve Rumca konuşan) nüfusun ihtidası değil, en az onun kadar önemli bir diğer ihtida süreci.

Neresinden bakarsanız bakın, bugünkü Yunan, Bulgar, Sırp, Romen, Sloven, Makedon, Boşnak, Arnavut, Hırvat ve Karadağ arazisinin tamamı ile Macaristan’ın önemli bir bölümü, yerine göre iki-üç yüzyıl, yerine göre dört veya hattâ beş yüz küsur yıl Osmanlı egemenliğinde kaldı. Fetih sırasında bütün nüfus Hıristiyandı. Gelgelelim, Osmanlı yenilir ve geri çekilirken, buralardan insan selleri aktı İmparatorluğun küçülen topraklarına. 18. yüzyılda azar azar başlayan kaçış, Sırp ve Yunan devrimleri, Bulgar ayaklanması ve 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı, sonra 1912-13 Balkan Savaşlarıyla birlikte, muazzam bir göç dalgasına dönüştü. Üstüne Lozan’ın Türk-Yunan nüfus mübadelesi bindi. Milyonlarca insan doğduğu topraklara elvedâ dedi. “Türkiye”ye dönüşen çekirdeğe, kaybedilen dış halkadan en az birkaç milyon Müslüman-Türk girdi.

Kırım veya Kafkasya’dan gelenlere değil, sırf Rumeli muhacirlerine bakalım. Kimdi bu Müslüman Türkler ? Başından beri mi Türk ve Müslümandılar ? İstisnasız hepsi mi öyleydi ? Çoğu kişi buna inanmak isteyebilir, kuşkusuz – “hayır, nisbeten geç bir tarihte İslâmiyeti kabul etmiş değiliz, dolayısıyla atalarımız arasında hiç Hıristiyan yoktur [= “gâvur dölü” değiliz]; biz özbeöz Türküz; Türk oğlu Türk, Müslüman oğlu Müslümanız” diyebilmek uğruna (bu dizide, bkz 29 Temmuz : Bizim Mayflower’ımız; 31 Temmuz : İtalyanlık olasılığım; 9 Eylül : İhtida ve Türklük). Ama kusura bakmayın, tarihçilik açısından bunu kabul etmek çok zor. 

Zor, çünkü birincisi, fethedilen eyaletlere Anadolu’dan o kadar çok sayıda insanın gitmiş olması mümkün değil. Tabii ki askerî sınıftan, akıncı ve sipahilerden, “Yörük taifesi”nden oralarda yerleşenler var. “Evlâd-ı fâtihân” var. Barkan’ın “bir iskân ve kolonizasyon metodu” olarak dikkat çektiği “vakıf ve temlikler” ve “kolonizatör dervişler” (1942): gene “bir iskân ve kolonizasyon metodu olarak sürgünler” (1949-50) ve “Rumeli’nin iskânı için yapılan sürgünler” var (1953-54). Ama sırf bunlarla, Güneydoğu Avrupa’da o kadar büyük bir Türk-Müslüman nüfus kitlesi oluşamazdı.

Zor, çünkü ikincisi, bu kadar geniş bir alanda, bu kadar kalabalık bir yerli nüfus temelinde, bu kadar uzun yüzyıllar boyu, ihtida (din değiştirme; Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçiş) süreç ve mekanizmalarının işlememiş olması olanaksız. Ve ilginçtir; Türk tarihçiliği değil ama Balkanların milliyetçi tarihçilikleri, bunun tam tersini, yani ihtidanın ne kadar yaygın olduğunu vurguluyor. Bunun için özel nedenleri var, kuşkusuz; Osmanlıların yerli halka “zorla” din değiştirttiğini öne sürüyorlar (forced conversion). Bu da, hâlâ mevcut Türk azınlık gruplarını “aslen Yunanlı” veya “aslen Bulgar” saymalarını sağlıyor (Bulgaristan’ın komünist döneminin sonlarında yaşanan “isim değiştirtme” çılgınlığının bu teoriye dayandığını unutmayalım).

 “Türkofobik” temelleriyle birlikte daha çok 19. yüzyıla özgü bu iddia, çağdaş tarihçilikte pek rağbet bulmasa da, yatağanını boğazına dayayıp “kelime-i şahadet getirmezsen bittin” demeye varmaksızın, günlük hayatın akışı içinde Hıristiyanları İslâmiyete geçmeye dürten bir yığın başka neden de söz konusuydu : ünlü “Osmanlı hoşgörü”sünün son tahlilde bir çeşit “ayırımcı hoşgörü” (discriminatory tolerance) olması; gayrimüslimlerin asla Müslümanlarla eşit sayılmaması; vergi sorunları (örn. cizyeden kurtulmak): kendini saltanata, hanedana, elite daha yakın hissetmek; kilisesinde herhangi bir tamirat yaptırabilmek için, İstanbul’un iznine tâbi olmak.

Ya da, belki iş oraya gelmeden çok önce, daha ilk anda ibadet yerlerinin tahribi veya camiye çevrilmesine tanık olmak (ki bunun zıddı camilerin kiliseye çevrilmesidir). Marc Baer, tam da “Osmanlı Avrupa’sında Fetih ve İhtida”yı inceleyen doktora tezinde (Honored by the Glory of Islam, Oxford 2008), bu açıdan bizatihî fetih ânının travmatik etkisini IV. (Avcı) Mehmed döneminin (a) Girit ve (b) Lehistan (Kamaniçe-Podolsky) seferleriyle örneklemiş. 1669’da Kandiye (İraklion) düştüğünde, toplam 88 kilise ve birçok manastırın cami yapılması; bunun da etkisiyle büyük bir ihtida cereyanının başlamasını, doğrudan doğruya Osmanlı tarihleri (Silâhdar, Defterdar, Hasan Ağa, Kâtip Çelebi) aracılığıyla izliyoruz.

Neymiş; ABD’de doğru dürüst Osmanlı tarihi çalışıl(a)mazmış ! Unutmuyorum, bir taşra cehaleti ve darkafalılığının bu yalan ve iftiralarını. Neyse. Benim Giritlilerimin öyküsü gerçekten “Karaman ovasında bir sipahi”yle mi başlıyor ? Yoksa, ilk zaptedilen iç bölgeler gibi Kandiye’nin de geçirdiği bu büyük“dinî coğrafya değişimi”yle mi ? Öyleyse, ebaanced Türk ve Müslüman oldukları söylencesini hemen mi yarattılar, sonraki yüzyıllarda mı, yoksa (tehlike karşısında kendini güvenceye almak için) göç kapıya dayandığında mı ?

Bilemiyorum. Fethiye Çetin’in Anneannem ve Torunlar’ı misali : acaba kaç yüz aile, kaç bin kişi var böyle, mühtedi ve muhacir ?


Offline Karacaovalı Pomak

  • Avarage member
  • ***
  • Posts: 97
  • Gender: Male
Re: Halil Berktay: Mühtedi ve muhacir
« Reply #1 on: September 12, 2010, 01:45 »
Benim yaşadığım yerde bir çak Girit mübadili insan var.Bunlar ilk geldiklerinde rumcadan başka dil bilmiyorlar.Hatta yerliler giritliler için ''rumlar gitti, şimdi ise müslümanları geldi'' diyerek rumca konuştuklarından dolayı rum olarak görülmüşler bir vakit.

Offline Тоска

  • Charter member
  • *****
  • Posts: 2349
  • Gender: Male
  • % 100 + POMAK
Re: Halil Berktay: Mühtedi ve muhacir
« Reply #2 on: September 12, 2010, 10:52 »
Gayet normal. Anadolu haricini geçelim, anadolu topraklarında dahi ihtida (din değiştirme) hareketleri yoğun bir şekilde görülmüştür. Örneğin Manisa kazasında 15. yüzyıldan başlayarak müslüman nüfusun hristiyan nüfüsa olan dengesinin dışarıdan alınan göç ve doğum oranları ile açıklanamayacak şekilde müslümanlar lehine artması buna birer örnektirler. Sonradan Müslüman (Türk) olan ahali elbet kendi dilini konuşmaya devam etmiştir zira osmanlı millet sisteminde müslim ve gayr-i müslim ayırımı dil ve ırk temelli değildir. Bunun yanında imparatorluk sınırları içerisinde yaşayan tüm dillere saygı gösterilmiştir. Hatta osmanlıda yönetici pozisyonunda olan vezir, beylerbeyi ve kadı vb. kişilerin seçiminde birden fazla dil bilmesi neredeyse kriter haline getirilmiştir çünkü imparatorluğun yakın zamana kadar zorunlu olarak osmanlıca tedrisat veren kurumları yoktu ve imparatorluk sınırları içerisinde en az 20 değişik dil konuşuluyordu . Örneğin Sokollu mehmet paşa ( Bayo Sokoloviç ) sırp asıllı devşirme bir osmanlı sadrazamıdır ve kendi anadili sırpça haricinde bir çok dil bilirdi. Kardeşi sırp kilisesi lideri Makarius ile sırpça olarak düzenli şekilde mektupla haberleşip osmanlıya bağlı sırp prensliğinde neler olup bittiğini öğrenmesi ve buna göre osmanlı politikasını şekillendirmesi dilin ne kadar önemli olduğunun göstergesidir.   

Offline Karacaovalı Pomak

  • Avarage member
  • ***
  • Posts: 97
  • Gender: Male
Re: Halil Berktay: Mühtedi ve muhacir
« Reply #3 on: September 12, 2010, 12:27 »
Osmanlı zamanında hiç bir vakit girit adasına türkler iskan edilmemiştir.Sadece yönetici sınıf türklerden oluşmuştur.Girit müslümanları hakkında bir kaç tez var.Birincisi ;
   Adadaki venediklilerin osmanlı fethinden önceki imtiyazlarını kaybetmemeleri için müslümanlığı seçmeleri.İkincisi ;
   Adadaki bir kısım yerli rumların ekonomik ve sosyal nedenlerden dolayı müslümanlığa ihtida etmesi.Üçüncüsü ;
   Abbasi fethi zamanında islamın yerli halk içinde dervişler ve mollalar tarafından yayılması.