Diyelim ki anladık bunları, varsaydık ki tam da öyle yaşansın tarih,.. Alevi/Bektaşi inançları hiç benimsememiş olsun oralarda halk. Yani başından beri sünni... O zaman nasıl izah edebiliriz Sarı Saltık'ı kutsamasını, evliya olarak benimsemesini... Tam da oralarda etkin şekilde benimsendiği kabul edilenve sünni kesimlerce "ahriyan, zındık, mürted" olarak vasıflandırılıp "kanı helal malı haram" diye hakkında fetvalar düzülen anlayışı temsil eden biri için bu mümkün olabilir mi? Benim mantığım hayır diyor....
Buna rağmen nasıl izah edilebildiğini biliyorum ama... Önce aslından kopartılıp bir adım ötesindeki kavramlarla kuşatılıyor bi güzel. Bu kundakta bir süre uyutulduktan sonra gelsin yepyeni elbiseler. Resmi ideolojik aygıt görevi gören sünni çevrelerin geliştirdiği inkar politikasıdır bu Selçuklu/Osmanlı süreğinin... Babai geleneğinde isyan kapasitesini sınamış Alevileri tanımayacaksın. Mevcut olanı inkar edeceksin yani. O kesimlere daha ılımlı olarak vasıflandırdığın Bektaşi elbisesi giydireceksin aklın sıra... Bektaşiliği benimsettiğini düşündüğün zaman Sünni sarıklara gelecek sıra... Cami diyorsun, elbette vardı. Oralarda aleviler hükümet oldu diyen de yok zaten. Ve sünni iktidarlar; içinde ibadet edecek insanların hazır bulunduğu yerlere yapmıyor camileri yalnızca... Gelecekte kazanacaklarını varsaydıkları cemaat için çok önceleri inşa ettikleri de var, oldukça bol miktarda hem de... İsyan türünden sıkıntı hallerinde kılıçtan geçirilecek olanları, camiye girip girmemelerine göre ayırdedebilmek için... Can korkusuyla da olsa camiye adım atanın işi tamamdır. Arkası gelecek diye düşünülür çünkü. Çok uzağa gitmeye gerek te yok. Tek cemaat üyesi atanmış imam olan camilerle doludur Alevi/Bektaşi köyleri Anadolu'nun... Ve bir sürüsünün de inşaatı sürer haldedir hala... Biz dönelim esas konumuza...
Neymiş? Sarı Saltık Alevi değilmiş, Bektaşi'ymiş... Ve hatta günümüzde Sünnileşmiş kesimde unutulamayan kült izleri nedeniyle saygı gördüğünden bahisle hala, sünni olarak görülmelidir o da.. Geçelim bunları efendim. Aslına yabancılaştırma çabalarını daha, iktidar makamlarınca hazırlatılan Saltukmname'de net olarak izleyebildiğimiz bu şahsiyet Babai/Alevi geleneğinin Balkanlardaki simgesidir. Bu nedenle o süreği izleyen Akyazılı, Otman Baba gibi Alevi önderleri; biz onun zuhuruyuz diyordu. Ne Balım Sultan'ın, ne Kızıldeli'nin, ne de Hacı Bektaş'ın... Sarı Saltık'ın zuhuru...
Şeyh Bedrettin Selçuklu saray ailesinden geliyor kökeni. Sünnidir evet. Anadolu ve Balkanlarda bilgisni sınamaya cüret edecek fakih bulunamayacak kadar Fakih'tir de üstelik... Taa ki Mısırda fıkıh kitaplarını Nil nehrine atıp tasavvuf kervanına katılıncaya kadar öyledir. Sonrası malum. Bogomil/Alevi karakterli bir isyanın merkezi olacak kadar zındık... Malum gider kaleminde "kanı helal" diyecektir Mevlana Haydar... Kökeninin Alevi olup olmaması nedeniyle Alevi sayılıp sayılmaması bizim konumuz değil. Bizim derdimiz Pomakların; Bogomilizmden, Aleviliğe, Bektaşiliğe ve nihayet Sünniliğe doğru uzanan dönüşüm süreçlerini doğru anlayabilmek. Bu isyanlar ve sonrasında yürümesi kaçınılmaz takibat süreçlerine dedelerimizin verdiği tepkiyi açığa çıkarabilmek. Bu meyanda Bedrettin Alevi değil demek, o isyanların dönüştürücü sonuçlarını gözardı etmek anlamına geliyor.
Tarihte sancısız dönüşüm yoktur. Her ne kadar sonrasında "lay lay lom" masalları anlatılsa bile... Bu günden bakınca; her isyan sonrasında, önceden inşa edilmiş Cami ya da bölgeye konuşlandırılmış Sünni Dergah kapılarının hayatta kalma seçeneği olarak sunulduğu, "zora dayanmayan" bu sancıların vurduğu karnı saptayamadan İslamlaşma/Sünnileşme öykülerini anlamlandırmak müşkül olacaktır.
Bu meyanda, Sarı Saltuk Bektaşi'ydi, dönemin en büyük Alevi isyanının başı olan Şeyh Bedrettin Alevi değildi, demek; Şair Ece Ayhan'ın o güzelim "Yort Savul" şiirini anımsatıyor sadece bize... Ki; "yort savul" sözü de; bugünlerde hayli Sünni elbiselerle bezenmeye çalışılan, "Yunus Emre"ye aittir.
Ne diyordu Yunus; "padişahı kim bileydi, kul itmese yort savul".....
Baktığımız yöne göre gösterir yüzünü bize tarih. Ne gördüğümüz nerden baktığımızla alakalıdır.
Sarı Saltık'ı, Şeyh Bedrettin'i ve Yunus Emre'yi kendi kimlikleri içinde bir kere daha anlamak için; Ece Ayhan'ın dizeleriyle bitirelim sözü biz....
"6. Nerede kalmıştık? Tarihe ağarken üç ağır yıldız
Sürünerek geçiyor bir hükümet kuşu kanatları yoluk"