80. Yılında Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi Sempozyumu ÇTTAD, V/12, (2006/Bahar) KISA NOTLAR:
Sempozyumun ikinci gününün, ikinci oturumunda, “Lozan Öncesi ve Sonrasında Azınlık-Millet Kültürü” konusu ele alındı. Oturum başkanı, Elçin Macar’dı. İlk konuşmacı, Kostas Tsitselikis’ti. Bildirisi “Yunanistan”da Müslüman Toplulukların Örgütlenmesi: Süreklilik ve Aykırılık” başlığını taşıyordu. Tsitselikis’in ana tezini, millet sisteminin, bugün de iki ülkede de uygulanıyor saptaması oluşturuyordu. Bu elbette tartışılır bir yaklaşımdır. Bunun yanı sıra konuşmacının mübadele konusundaki yaklaşımlarında, ilginç saptamaları bulunuyordu. Mesela, Venizelos’un daha 1906’da bir konuşmasında, Yunanistan’ın yakında önemli bir Müslüman güç olacağı söylemi… Tarihte ilk kez, mübadele ile uluslar arası hukuk bir çözüm üretmiştir v.s. Ardından, Georgios Marommatis “Yunanistan’da Azınlık Müslümanlar ve Hıristiyan Mülteciler: Ulusal Homojenleşme Sorunu ve Eğitimin Rolü” adlı bildirisini sundu. Önce mübadil, göçmen ve muhacir terimleri üzerinde duran konuşmacı, belki Türkçeye yeterince hâkim olamamasından dolayı kavramları yanlış yorumladı; ama diğer uzmanların katılımlarıyla, yanlış düzeltildi. Yunanistan’a yığılan göçmenlerde, Yunan ulusal bilinci olmadığını belirtti. Onlar hala, ulus öncesi durumdaydılar ve cemaat ve din kavramları bu insanlar için önemliydi. Trakya’da da çok az Türklük bilinci vardı. Yunan toplumuyla, göçmenlerin kaynaşması, oldukça geç bir dönemde olmuştu. Uzun süre, kız alıp kız verilmemişti; üretim süreçlerine geçilmesi, bu kaynaşmayı hızlandıran bir etken olmuştu. Yunan eğitim sistemi, çocuklara Yunan dilini ve kültürünü vermişti. Burjuva ailelerden gelenler ve Yunanca dili olanlar daha başarılı olmuşlardı; hatta, çiftçi göçmenler, uzun süre, Türkçe konuşmuşlardı, bunlar, bundan dolayı utanç duruyorlardı. “Yıllar geçince, Küçük Asyalı, Karadeniz, Trakya’dan gelenler, Yanan vatandaşı ve Perikles’in saygıdeğer torunları oldular”… Azınlık okullarında Kuran, matematik ve Türkçe öğretilmişti; burada ulus öncesi eğitim veriliyordu. Bu anlaşılmaz bir neden değildir; aslında, benzer saptamalar, Türkiye’ye gelen göçmenler için de yapılabilir. Bir kitlenin, bambaşka bir devletin sınırları içinde yaşarken, diğer bir ülkenin yücelttiği ideolojilerde bilinçli bir etkileniminin olmasını beklemek, ne kadar doğru olabilir ki?
Nükhet Adıyeke ise, “Girit’te Osmanlı Kimliği Altında Müslüman Kimliği Oluşumu ve Müslüman Ortadoks Cemaatleri Arasındaki İlişkiler” konusun ele aldı. Oldukça geç bir tarihte Osmanlı topraklarına katılmış olan Girit’te şenlendirme politikası uygulanmamış, Türk görevliler, Rum kadınlarla evlenerek, Müslüman bir nüfus yaratmışlardı. Din değiştirme süreçleri üzerinde duran Adıyeke, bunun daha çok, yerli ahalinin, mülkiyetlerini kaybetmeme düşüncesiyle böyle bir yönteme başvurduklarını açıkladı. Üstelik, söz konusu adada Bektaşilik yaygındı, bunun tarihsel olarak açıklaması, belki İslamiyet’in yumuşak yorumu ile ada sakinlerini yüzleştirme çabasında yatıyordu. Son oturumun son konuşmacısı, Boğaziçi Üniversitesi’nden Elif Babül’dü. “İmroz’dan Gökçeada’ya: Bir Ada Hikâyesinin Peşinden” adlı bildirisiyle Babül, İmroz’a dönük politikaları inceden hicveden bir yaklaşım sergiledi.
Kemal ARI