Pomak Şehidin hikayesi
Adı : Ahmet
Baba : Hasan
Doğum tarihi: 1900
Doğum yeri : Lapseki / Çanakkale
Rütbesi : Şehit er
Şahadet yaşı : 15
Mehmet, Çanakkale ikliminin Çanakkale insanına lütfettiği geniş yüzlü, acık alınlı, uzun boylu sırım gibi bir Pomak delikanlısıydı. Mehmet, kanın çağlayanlar gibi aktığı delikanlılık dönemine yeni girmişti. Dünyada olup bitenlere merakla bakıyor, bir yandan da “Ben de adam oldum, artık fark edin beni.” demek istiyordu.
Babadan yadigâr tekne ile Çanakkale Boğazına açılırdı abisinin yanında. Tutukları balıkları satarlar, kocamış analarıyla beraber yaşarlardı. Mutluydular mutlu olmasına ama son zamanlarda bir tuhaflık vardı ortalıkta. Tam olarak anlayamıyordu Mehmet ama anasında ve ağasında bir tuhaflık vardı. Ortalıkta savaş söylentileri dolaşmaya başlayınca ilkin anası bir hoş olmuştu. Bu günlerde ağasını da kendini de bir başka öpüp okşar olmuştu. Sonra bir gün denizin orta yerinde ağasının kaşları çatılmıştı birden. Üstünde ay yıldız olmayan bir gemi görmüşlerdi. Ağasının benzi solmuştu ve hemen kıya doğru hızlı hızlı kürek çekmeye başlamıştı. Sonradan öğrendi Mehmet, bu bir İngiliz gemisiydi.
Kara haber bir Temmuz günü geldi Lâpseki'ye. İskele meydanında toplanan halka seslenen yüzbaşı vatan diyordu, namus diyordu, savaş diyordu. Bir de şehitlik diyordu. Mehmet bunlardan bir şey anlamıyordu.
Yüz başı konuştukça kalabalık coşuyor ama Mehmet bunlara bir anlam veremiyordu. Köyde bir ölüm sessizliği vardı. Kimileri ağlıyor kimileri seviniyordu. Evde bile anası ağlıyor, ağası buruk bir sevinç yaşıyordu. Sonra bir gün ağasını karşısında asker kıyafetiyle görünce anlamaya başladı. Anası, Ağasını cepheye yollarken ona şunları diyordu.
ANADAN ŞEHİDİNE SON VEDA
Oğul;
Sen giderken,
Ardından baktım oğul.
Seni gözledim.
Doğduğundan beri yaptığım gibi,
Yüzüne çarparsa yel, yüreğim ürperir oğul,
Ayağına taş değerse, bağrım yanar oğul,
Kıyamadım güle ellemene,
Dikeni vardır diye.
Canımdan can, kanımdan kan oğul.
Ama….
Bugün git oğul.
Yoluna git.
Şu İslam toprağını gavur alacaksa,
Ezanların susacaksa,
El kemendini boynuna takacaksa,
Çiğneyecekse şehit atanın mezarını,
Git oğul,
Git….
Bilesin ki Resul önündedir.
Bilesin ki melekler ardındadır.
Bilesin ki dualarım semadadır.
Bilesin ki yolun Allah'adır!
Düşte gördüm oğul,
Bize artık vuslat ,
Mahşerden sonrayadır.
Ağası gideli beri Mehmet iyi değildi. Ağası uzağa gitmemişti, sanki bir koşu varıverecekti Çanakkale'ye ama olmuyordu, anası vardı.
Her gün iskeleye iniyor kayıklara gemilere bakıyordu. Artık nelerin olup bittiğini tamamen anlayabiliyordu. İçi, yaralı dolu her geminin iskeleye yanaşması Mehmet'in aklındaki soru işaretlerinden birini siliyordu. Son zamanlar da şahit olduğu olaylar Mehmet'in zihnini yaşıyla kıyaslanamayacak kadar geliştirdi.
O sabah da sahile gidiyordu yine. Ama belli belirsiz bir telaşı vardı nedense. Sokağın sonunda iskeleyi gördüğünde sahile yaralı indiriyorlardı. Hemen koştu ve yardım etmeye başladı. Yaralıları teker teker karaya indiriyorlardı. Yaralıların birçoğu acılarıyla inliyordu. Bir ara iniltilerden biri dikkatini çekti. Bu sesi tanıyordu. Evet, bu ses onundu, bu ses ağasınındı. Hemen aramaya başladı ve teknenin bir köşesinde sağ omuz başı ile sol baldırından yaralı ağasını buldu.
Ağasının koltuğuna girdi ve onu ayağa kaldırdı. Tekneden indikten sonra ağasını doğru eve götürdü. Yüreği yaralı ana, yaralı oğlunu görünce fenalaştı, oğluna sarıldı, Onun yaralı olmasına aldırmadan oğlunu sıktı, sıktı. Bir yandan oğlunu “yavrum” diyerek öpüyor, bir yandan da hıçkırıklarla ağlıyordu.
Mehmet'le anası hemen yaralı kardeşinin üstünü çıkardılar. Niyetleri yarayı temizlemekti ama ağası kir içindeydi ve askeri cephedeki en büyük düşmanı bit ağasının iliklerine kadar işlemişti. Hemen çamaşırlarını kazana koyup kaynattılar. Yaralıyı da yıkayıp karnını doyurdular. Anası yaralı oğlunun yaralarını dikkatle ve şefkatle sardı.
Mehmet'in ağası Kanlısırt savaşın da baldırından giren kurşunla sendelemiş, omzuna aldığı süngü darbesiyle yere yıkılmıştı.
Mehmet ağasını dinliyor, anlattıklarını aklına mıh gibi çakıyordu. Ağası uykuya daldı, anası da yanı başında duruyor ayrılmıyordu. Mehmet dışarı cıktı. Gün boyunca bıkmadan usanmadan güneşi takip eden ay çiçeklerini izleyerek düşünmeye başladı. Mehmet müthiş bir iç hesaplaşmanın içindeydi.
Ağası Çanakkale'ye gitmişti. Topraklarına hayâsızca saldıran düşmanı kovmaya gitmişti. Olmadı. Ağası yaralı da olsa geri dönmüştü; ama o kahrolası düşman hala oradaydı, gitmemişti bir yere. Yani ağası işini yarım bırakmıştı. Bu işi tamamlamak lazımdı. İstiyordu Mehmet, Çanakkale'ye gitmeyi. Öz vatanını düşmandan kurtarmayı düşünüyordu ama almıyorlardı işte, “Yaşın küçük olmaz, hem cephede ağan var.” diyorlardı. Bir yolunu bulmalı ve Çanakkale'ye gitmeliydi.
Mehmet kalbinin derinliklerinde bu fırtınayı durdurmaya çalışırken hava kararmaya yüz tutmuştu. İçeri girdi sessizce. Ağası derin bir uykudaydı. Anası da onun yanına kıvrılmış uyuyordu. Bir an ağasının yıkanıp da kuruyan elbisesi gözüne ilişti. Sonra yıkarken çıkardıkları ağasına ait künyeyi gördü. Mehmet kararını verdi, kaçacaktı.
Hemen, sessizce ağasının askeri kıyafetlerini, künyesini, yapalaklarını, dolaklarını, çarığını alıp dışı çıktı. Hemen üstünü değiştirdi ağasının kıyafetlerini giydi. Künyeyi de takınca tam ağası gibi olmuştu. Aklına ağasının Çanakkale'ye gittiği ilk gün geldi ve küçük bir kâğıda “ Yarım bıraktığım işi bitirmeye gidiyorum.” diye yazıp bıraktı.
Hemen iskeledeki askeri birliğe vardı. “Hasan oğlu Hüseyin, Lapseki, tedavim sona erdi kıtama katılmak isterim, arz ederim” diye tekmil verdi.
Mehmet ağasının adıyla cepheye alındı ve Çanakkale'ye giden bir kayığa binip boğazın dalgaları arasında ilerlemeye başladı.
Mehmet, kanın sel gibi aktığı Gelibolu yarımadasına tam zamanında gelmişti.19 Mayıs 1915 gecesi yapılacak taarruza katılmak üzere 2. tümene sevk edildi.
Mehmet çok heyecanlıydı. Kısa bir eğitimin ardından sevk edildiği cephede askerlerimiz taarruz hazırlığı içindeydi. Cepheye geldiği gecenin sabahında taarruza giriyordu.
Cepheye gelip sipere girince bir müddet dinlenme fırsatı buldu. Gece saat 2 yi henüz geçmişti ki yanındaki arkadaşının uyarısıyla kalktı. Askere sıcak çorba dağıtılıyordu. Bu Türk ordusunda bir gelenekti. Askere taarruz öncesinde sıcak çorba dağıtılır, Fetih süresi okunur, dualarla hücuma kalkılırdı.
Tarihin en acı hadiselerinden biridir ki bir vadinin iki yamacını 3,5 km'lik bir hatla tutan iki ordunun biri, yani biz 42.000 askerle süngü hücumuna kalkıyoruz, diğeri olan Anzaklar 2500 makineli tüfek ve 12500 piyade tüfeği ile siperlerini savunur.
Ne acıdır ki Anzakların 1.800.000 tane mermi sıktığı bu günde Türk ordusu 12.000'i şehit, 3.000'i kayıp 21.000 yaralı ile toplam 36.000 kayıp verir.
İşte bu, savaş sırasında toprağa düşen 12.000 gülden biri de ağası Hüseyin'in adıyla cepheye gelen 15 yaşındaki Mehmet'tir.
Mehmet'in şahadetini ağası Hüseyin örgenince kardeşinin anısına bu şiiri yazar
KARDEŞİME
O kadar yandı mı bağrın, ey çocuk?
Ecelin sunduğu şarabı içtin!
Sırayı saygıyı unuttun çabuk,
Sebep ne, ağandan ileri geçtin?
Yirmi üç baharı kavuran ateş
Güllerin kalbini dağlasa çok mu?
Bir damla şebneme susadı güneş,
Sümbüller sararsa hakları yok mu?
Yurduna son damla kanını verdin.
Ah, cömert kardeşim, sana pek yazık!
El fitre verdi, sen canını verdin,
Ne acı bir Şeker Bayramı yaptık!
Yâd eller dağıttı halka gülsuyu,
Yok, sana gözyaşı dökecek anan!
Kardeşim, üzülme, müsterih uyu,
Ne mutlu, gülüyor zavallı vatan!
Bir çile ipekten yumuşak sinen
Serhaddi tuttu sart Balkanlar gibi,
Kaşından daha çok bıyığın yokken
Dövüştün yeleli askerler gibi!..
Ne beyaz mermer ne biraz yaldız;
Nerde yaptığın ol altın destan?
Sürekli alkıştan utanan adsız,
Koca şehnameye konmamış imzan!
Ne kadar aradım senin kabrini,
Yoktur diye boynunu büktü her çiçek.
Yanıldım, kardeşim, bağışla beni,
Sen arzdan semaya naklettin, gerçek!..
İDRİS SABİH
Okuduğunuz olay 1915 yılında Çanakkale savaşları sırasında yaşanmış bir olayın hikâyeleştirilmesi ve bu olaya uygun olduğu düşünülen şiirlerden örnekler alınarak hazırlanmıştır. Adı geçen şehit gerçek olmakla beraber hikâyenin içeriğindeki olaylar tamamen kurgudur. Çanakkale Savaşı gibi dünya tarihini etkileyen bir savaş hakkında tarihi gerçeklere uygun hikâyeler yazabilmek gayet zor bir iştir. Herhangi bir kursumuz varsa okuyucularımızdan ve aziz şehitlerimizden özür dileriz. Saygılarımızla!
http://www.besincimevsim.info/yazici.asp?dergi=5&konu=132