Türkçe > Edebiyat
POMAK EDEBİYATI
bogutevolu:
LATERNOVİ VREMENA/ LATERNA ZAMANLARI
Du kraya na parvata svetovna voyna faf Raykuvu po svatbi i na horo si svireha starite gaydacii – Jivaka, striku Tenû, Sarahoşa i Drulû. Ama nékoy podkukurosa dvamata Kolûvtsi – Karacata i Kelebeka, ta dukaraha ut Skeçe annoa şeytanska svirka, detu nahsoan ne béhme ya videli…
Birinci dünya savaşının sonuna doğru Raykovo’da düğün ve horolarda Jivak, Titiz Tenu, Sarhoş ve Drulû gibi eski gaydacılar üflerlerdi. Ama ikisi de Kologillerden olan iki kişi işi körüklediler- Karaca ve Kelebek, onlar İskeçe’den bir şeytani çalgı aleti getirdiler, rüyada bile onu görmemiştik.
- Kultura –reçe Kelebeka – şe pravim ! İstiga sme sa zanimâvali sas tezi prosti, avelzamanski gaydi !
Kültür –dedi Kelebek- yapacağız! Yeter artık biz bu basit şeylerle uğraşmışız, evvel zamanın gaydaları!
İ napoanaha dvâmata Kolôvtsi laternata. Beşe neştu katu gulém sandoak. Zatvoren utfsékade i podprén na doarveni kraka. Utstrana îmaşe anno zakrivenu jelezu. Zavoartéha li jelézutu, izlîzaşe anno isfîrene katu kanona na Toma Kuzmanovski, ama mlogu po-silnu.
Sonra Kolôgillerden iki kişi laternayı kurdular. Sanki büyük bir sandık gibi bir şeydi. Her tarafından kapalı ve tahta ayaklarla desteklenmişti. Dış tarafında bükülmüş bir demir kol vardı. Demirkolu çevirdiler mi, sanki Toma Kuzmanovski’nin kanunu gibi bir müzik sesi çıkıyordu, ama çok daha güçlü bir sesle.
A utpred beşe narisûvana annoa hubava moma sas naçerveni buzi, sas sini oçi, sas koadrava kosa i vençe na glavata. Saştinska sveta Boguruditsa.
Önünde güzel bir kadın resmi çizilmişti, kırmızı yanaklı, mavi gözlü, bukleli saçlı ve başında bir taç. Tıpkı Meryemana gibi…
… İ kafene utvôriha dvâmata Kolôvtsi. Tsyâlu selu sa privarvé da vidi i çûye laternata. Trakaha lûdete tabla i karti, a Rejep Agupski za anno-dve kafeta i paket tûtûn “Kalamandi”, po tsyal den varteşe raçkata i şeytanskata isfirka droankaşe nepuznati dutugava melodii. Gartski li béha, çiftuski li – nikoy niznâyeşe!
Ayrıca bir kahvehane açmışlardı Kologillerden iki kişi. Bütün köy gittiler ve Laternayı dinlemeye başladılar. İnsanlar tabla ve kart oyunu da oynamaya başladılar. Recep Agupski bir-iki kahve ve bir paket “Kalamandi” tütünü için, bütün gün demirkolu çeviriyordu ve şeytanın düdüğü o zamana kadar tanınmayan melodileri çalıyordu. Yunanca mıydı, çıfıtça mıydı – kimse bilmiyordu.
İ ne stiga tuva, ami zapoçnaha da iznôset laternata i na horiştetu faf nidéle. Kelebeka ni uçeşe na modernu horu: dve stoapki napred i dve nahzad i annoa kraçka nastrana.
Bu kadarla da bitmedi, ayrıca laternayı pazar günkü horoya da taşımaya başladılar. Kelebek onlara modern horoyu da öğretiyordu: İki adım öne ve iki geriye ve bir adımcık yan tarafa.
Babiçkite pak pomisliha, çi narisûvanata nah sanduka moma naistina e sveta Boguruditsa i zapoçnaha da sa kroastet i da ya tseluvat. A bâba Şenka sa skara na Kolôvtsite: “Ne vi li e gréh, ne vi li e sram, bre, da sa podigravate sas sveta Boguruditsa i horo da igrayte. İ çôran aguptin da ya obinisa i da ya nagada da isfiri! Da znayete, Gospod şte vi nakaje!”
Yaşlı kadınlar da düşünmeye baladılar, ki sandık üzerine işlenmiş kadın resmi (onlar için) gerçekten Meryem anaydı ve ona haç çıkarmaya başladılar ayrıca onu öpmeye başladılar. İşte Şenka nine Kologillere kızdı: “Günah değil mi size, utanç değil mi size, bre, Meryem ana ile alay edesiniz ve horo oynayasınız. Sonra bir kara çingene onu çevirsin ve onu çalmaya hazırlasın. Bilesiniz ki Tanrı size soracak.”
Gaydaciite, katu razbraha, çi laternata şte mi izyéde hlyéb, podkupiha Rejepa Agupski, katu ya nosi, da ya postroaskva, ta dano î sa razvali nekoy çark.
Gaydacılar anlamış oldular ki laterna onların ekmeğini yiyecek. Recep Agupski’yi satın aldılar, elbise gibi bir şeyle, o aleti zorlasın ve umulur ki onun herhangi bir çarkı bozulsun.
Taka i stana, Ne moja da gudinôsa pustata laterna.
Böyle de oldu. Lanet olası laterna bir yıl bile dayanamadı.
İ tugava doydoha dvama langera ut Stanimaka i ya kupiha eftinu, kolkutu da ne e hepten bez (briz) pari. Ama dude da ya utkarat sas karutsata na Tşilon Tşarûv prez Levoçenu –Koru kulle- Çepelare i natatak, po poate laternata beşe “predala bogu duh”
Ve o zaman Stanimaka’dan iki hurdacı geldiler ve onu ucuza sattılar, Ne kadar da olsa hepten parasız gitmesin. Ama Çepelare’deki Korukule’den Şilon Şaruv’a kadar araba ile onu taşıdılarsa da, laterna yolda son nefesini vermişti.
Dvâmata adaşovtsi likvidiraha i kafenetu i sa razdeliha. Karacata utide feldfebel, “mayka na rota” faf blizkata kazarma, za da gu spuminavat sas dobru i du denas fsiçki, koitu sa slujili voynitsi pri negu. A Kelebeka kupi kamyon i stana “Arviya aftotransportnik” a naşiya kray.
İki adaş kahvehaneyi boşalttılar ve bölüştüler. Karaca feldfebel’e gitti, “Ana şirket” kışlanın yanında, onu herkesçe bugüne kadar iyilikle hatırlasınlar diye, askerlere yardım edenler onun yanındaydı. Kelebek ise bir kamyon aldı ve bizim taraflarda “Arviya Taşımacılık” oldu.
İ taka svarşiha laternovite vremena faf selu. Pak sa sajiviha gaydaciite. Ama na horotu katu tragneşe malkiyat Jivak sas şapka da sabira parsa, nékoy sa puskahme, uj çi obufkata ni sa e razvarzala. A to némahme pari. Momite vardeha koy sa puska ut horotu i ne plaşta i sled tova hiç ne gu poglejdaha. Zatva poveçetu ut nas fzöaha jeni ot drugi sela, detu ne ni puznavaha !
İşte böyle sona erdi laterna zamanları köyde… Gaydacılar yine hayatta kaldılar. Ama horoda küçük Jivak şapka ile parsa toplamak için gezinirdi. Ayakkabıları çözülen kimseyi aramızdan gönderirdik. Paramız da yoktu. Kadınlar horodan kim ayrılırsa ve para vermezse ona dikkat eder ve bundan sonra ona hiç yüz vermezlerdi. Bu yüzden bundan sonra bizden insanlar onları tanımayan başka köylerden kızlar aldılar.
Anlatan: N. Petkov
bogutevolu:
ALLAHOVUTU / ALLAHLIKLAR
Koyto kazva, çi faf Zabardo ne rastat i ne stavat kuklenski çereşi, laje. İmame gi druguş, stavaha, ama gi obiraşe i izédeşe “Allahovutu”.
Kim derse, ki Zabardo’da Kuklen’in kirazı yetişmez ve olmaz, yalandır. Başka deyişle bizde (elbette) vardır, olur, ama onları Allahlıklar toplar ve yermiş.
Koy znaye kuga i koy ut starite Dreheme beşe nasadili tri kuklenski çereşi faf nivata du grobiştetu. Annoata beşe belitsa, drugite dve rajdaha katu jujul çerni çereşi, ut med po-sladki. Hubavu, ama nali beha samu te faf tsyalu selu, nabliji li da uzreyat, saberem sa momçetii katu Pavçugata i İmamuvutu, utidem za nikolku veçera i gi oberem.
Kim bilir ne zaman Drehemovi’lerin yaşlıları tarafından üç tane Kuklen kirazı mezarın yanındaki tarlada dikilmişti. Onlardan birisi belitsa (cinsi beyaz) idi, diğer ikisi kara böcek gibi siyah kirazlardı. Baldan daha tatlı… Güzel ama bütün köyde sadece onlarda var değil miydi…Ermesi yakınlaştı mı Pavçuga ve İmamovi’lerin oğlanları toplanırdık, bazı geceler giderdik ve onları toplardık.
Drehemovtsite sa zaçudiha. Çilék okolo çereşite ni mogat da zabelejevat, pak neştu gi saydisva. Hodiha, razpitvaha i ut hoci akoal iskaha, ama niştu ne pumagna. Po anno vreme nekoy pusna duma: “Taya rabuta şte da e Allahova” i uttugava katu rekaha pu selu: Allahovotu yade Drehemovite çereşi, ta Allahovotu.”
Drehemovi’ler düşünmeye başladılar. Kirazların yanındaki bir kimse onların eksildiğini fark edemiyordu, ancak onları sayarsa... Gittiler, hocalardan akıl istediler, ama hiçbir yardımı olmadı. Sonra bir vakit birisi bir söz söyledi: “Bu iş Allah’ın işi olsa gerek” ve ondan sonra köyde şu sözü söylediler: Drehemovi’lerin kirazlarını Allahlıklar yedi, Allahlıklar...”
Ama vannoaş edin ut Drehemovite – Afuzçeka, kızdisa.
Ama bir keresinde Drehemovi’lerden birisi kızdı:
- Taya gudina nie şte si yadem çereşite! Na belitsata şte store oderka, şte si utnesa postelki i tûfeka i dude ne uzreyat çereşite, nema da slezna. Ne Allahovu, ami drakus da doyde, nema da utstoape!
Bu sene kirazları biz yiyeceğiz! Beyaz kirazın yanına çardak yapacağım. Yatak ve tüfek götüreceğim. Ta ki kirazlar erinceye kadar değil Allahlık, hatta hortlak bile gelse giremeyecek, ayak basmayacak…
Dédo mu gu sluşal, sluşal, ta çi mu rekal:
Dede onu dinlemiş ta ki ona demiş:
-Ştom si takoaf babayîtin, varvi!
Madem sen böyle babayiğitsin, git!
Zapoçnaha da çerveneyat çereşite. Afuzçeka narami tûfeçiştetu i na… belitsata. Ama i na nas pak ni sa priyaduha çereşi.
Kirazlar kızarmaya başladı. Hafız tüfeği omuzladı ve beyaz kiraz ağacına yerleşti. Ama biz yine de kiraz yiyebildik.
Struvahme, kroihme i annoa veçer svihme pod mişnitsa po annoa kenarena riza i pravu –na grobiştetu. Nadénahme nie rîzite, utrézahme kargiye, napravihme po tri svirki i… kam çereşite.
Bir gece plan kurduk, koltuğumuzun altına kenarlı birer elbise koyduk- doğruca mezarlığa… Elbiseleri giydik. Kargı kestik, üç tane düdük yaptık ve doğru kirazlığa…
Ama varvim ut tri strani. Varvim i svirim annoa jelniçku, jelniçku. Pak imaşe i meseçina, ta sa videşe. Po annoa vreme Afuzçeka sa razşava, utkaşle sa dvaş-triş , tup – nah zemöata.
Ama üç taraftan yürüyoruz. Yürüyoruz ve bir “jelniçku” şarksıı öttürüyoruz. Ayrıca ay vardı, görünüyordu. Bir vakit sonra Hafız şaşırdı. Bir iki sefer öksürdü, sonra tup diye yere düştü.
Çi katu drasna pustiyat mu, çilék nah selu, kuçe da begaşe sled negu – ne mojeşe gu stigna. Çuhme glas çak na livadata, Ama to glas katu glas li be, brate?
Sanki boş olarak yere çarptı. Adam köye doğru koştu, eğer köpek ardından koşsa yetişemezdi. Ta tarlalara kadar gelen sesini işittik. Ama o ses, ses miydi be, kardeşler?
-Miju, Tezô, hatte boarje, Allahovotu doyde…
İ tolkoz bi.
- Amca, teyze, haydi çabuk, Allahlıklar geldi.
İşte böyle oldu.
Na belitsata naydahme samu tûfeçiştetu na Afuzçeka nasipanu. İzplûskahme sa sas çereşi, pak tûfeka si ustavihme na méstu.
Beyaz kirazın yanında yalnızca Hafızın yere atılmış tüfeğini bulduk. Kirazları yedik, sonra tüfeği de yerinde bıraktık.
Na drugiye den dédo mu utseçe i trite kuklenski çereşi i gi dusurna za darva.
Ertesi gün onun dedesi Kuklen kirazlarının üçünü de kesti ve onları oduna çevirdi.
Anlatan: Ş.Slivov
Yazan: Ç.İliev
bogutevolu:
FAF ADİN VREME PREZ ELLİCE / BİR ZAMANLAR ELLİCE’DE
Varveh ot Çepelare za Taşöz, sas adin moy aratlik ot şirokolaşkite sela. Aga nablijihme Ellice, sednahme na pladnuvame (plannuvame). Yedahme kolkutu yedahme, pihme studena voda, çi ta stanahme pak da varvim. Ama dude ye pribera mesalete i gi metna faf zobilnitsata sa dûlgerskiya haygot, moya aratlik sa pritesni i vika:
Yürüdük Çepelare’den Taşöz’e, Şiroka Laka köylerinden benim bir ahretliğimle. Ellice’ye yaklaştığımızda, öğle yemeği için oturduk. Ne kadar yedikse yedik, soğuk su içtik, ki yürümek için tekrar kalktık. Ama ne zaman ki ben sofrayı topladım ve onu dülger aygıtları içindeki diş torbasına attım, benim ahretlik acele etti ve dedi:
-Nasko, ye şte da te izvarvem leka-poleka, pak gi nimoy sa bavi i ma zastigay.
-Nasko, ben yavaş-yavaş yürüyeceğim, Sen de ağırdan alma ve bana yetiş.
İ dvesta kraçki moje da ne bişe zaminal, çi gu çuh da sa razruka:
Ayrılalı ikiyüz adım belki de olmamıştı, ki onu bağırışını duydum:
- Pomoşt, pomoşt! Utidah, izedaha ma! Natoarçih sa utkadetu vikaşe i kakvo da vide: desetina çerni razboynitsi sas gulemi bradata beha pritisnali moya aratlik, cellatovaha gu, torzaha gu nasam-natam, rejaha mu mesu ot butovete i rekite i gu napihana:
-İmdat, imdat! Gittim, beni yediler! Seslendiği yere doğru koştum, bir de ne göreyim: Onlarca kara eşkıya büyük baltalarla benim ahretliği sıkıştırmışlardı. Ona işkence ediyorlardı. Orasından burasından çekiştiriyorlardı. Butlarından ve ellerinden et kesiyorlardı ve çentik atıyorlardı.
- Davay parite, bre! Parite ili duşata ti izvadim.
- Ver paraları, bre! Ya paraları ya da canını alacağız.
- Nimoyte ma hala, bre komşular, nimoyte ma ubiva, çi imam mlada nivesta i drebni deçinki! Samu edna duşa imam, drugu niştu nemam da vi dam! Moleşe aratlika i plaçeşe:
- Beni ellemeyin, bre komşular, beni öldürmeyin. Ki genç bir gelinim var ve birkaç çocukları da… Yalnızca bir canım var, Başka verecek hiçbir şeyim yok! Ahretlik yalvarıyordu ve ağlıyordu.
Aga rukaşe, glasat mu faf nebetu fpiraşe, ama koy da gu uçe faf anay gora stoamnena. Ot nikade pomoşt nemaşe. İ ye nimujih da mu pomogne, çi niştu nemah faf rakite – ni noj, ni puşka. Pak i da imah, kakvo mojeh da store? Sreştu tolkuva faorajeni lûde izliza li se?
Bağırdığı zaman, sesi göklere çıkıyordu. Ama o karanlık ormanda kim onu duysun. Hiçbir yerden yardım yoktu. Ben de ona yardım edemedim. Elimde hiçbir şey yoktu. Ne bıçak ne tüfek. Hatta olsaydı bile ne yapabilirdim? Böyle silahlı insanlar karşısına çıkılabilir mi?
Ştom videm aney çerni razboyniçişta kak razmahvat nojove i cellatovat çiléka, ye sa sastinah, zelipih sa po anno darvo faf gorata i uttam sa ne poklatih. Ot uplaha i mene koarfçişta ne ustana – pubeleh katu kireç.
Gördüğüm için bu kara eşkıyaları nasıl sallıyorlar bıçakları ve adama işkence ediyorlar. Donup kaldım. Bir ağacın arkasına saklandım ve orada hiç kıpırdamadım. Korkudan bende kan kalmadı – kireç gibi bembeyaz oldum.
Po anno vreme spre da ruka aratlikat. Razboyniçiştata sa razreşavaha, naramiha si puşkite, piştolete i nojovete i sa nakordiha. Minaha pod mene nah sto razkraça, ama ye sa poştamem du darvotu, da reçeş, çi sam sa srasnal sas negu.
Bir süre sonra ahretliğin sesleri kesildi. Eşkiyalar işi bitirdiler. Tüfeklerini omuzlarına astılar, tabanca ve bıçaklarını yerlerine koydular. Benim yüz adım altımdan geçtiler. Ama ben ağacın yanında susup kaldım. Dersin ki ben onunla kaynaşmışım.
Posedih oşte puluvin sahat, dude poizdaleçot razboynitsite, çi ta stanah i strah ne strah, utidah du aratlika da vide jif li e, umrel li e.
Yarım saat daha oturdum. Eşkıyalar uzaklaşıncaya kadar… Korksam da korkmasam da kalktım. Ahretliğin yanına gittim diri mi, ölü mü göreyim diye…
Katu yâre beşe zakolen. Koarfta mu oşte turmeşe. Tugava usetih, çi mi sa teknali salzi. Hubaf çilek beşe. Ama gu utbaviha tiya pusti razboynitsi.
Oğlak gibi kesilmişti. Kanları hala sızıyordu. O vakit anladım, ki göz yaşlarım boşaldı. İyi adamdı. Ama onu öldürmüştü lanet eşkıyalar…
Ta straşno be prez atoy vreme da sa mine prez Ellice. Fafse be poalnu sas razboynitsi i fafseka gudina kurban fafzöamaha.
O zaman Ellice’den geçmek böyle korkutucu idi. Her yer eşkıyalarla doluydu ve her yıl kurban alıyordu.
Anlatan: A. Kôrgorov
recep memis:
devam...
devam okumaya...
teşekkürler...
bogutevolu:
KAK OPEKAH KALAYJİLIKA / KALAYCILIĞI NASIL PİŞİRDİM?
Ti siga ne ma glôday. Çi sam gorski. Dude stigna du tiya sarmeni nagoni, znaeş li prez kolku cehendema sam minal? İ argatlık sam pravil, i s kalayjilık sam se zanimaval, po anno vreme beh reşil i padarin da stavam, ama mi se vide hepten prosta rabuta, ta se otkazah.
Sen şimdi banim ormancı olduğuma bakma, Bu sırmalı apoletlere erişinceye kadar, bilir misin ne kadar cehennemin içinden geçmişim? Ahretlik de yapmışım, kalaycılıktan da geçmişim, bir vakit korucu olmaya da karar vermiştim, ama bana hepten boş iş geldi, o yüzden bıraktım.
Siga şte ti razprave kak opekah kalayjilıka. To beşe predi triyset gudini.
Şimdi sana kalaycılığı nasıl pişirdiğimi anlatacağım. O otuz yıl önceydi.
Adin den bajanaka Todor reçe:
Bir gün bacanak bana dedi:
-Oti da ne stanem i nie kalayjiye. Ot toya zanayat hòrata pari trupat.
-Niçin biz de kalaycı olmayalım ? Bu zanaattan millet para kırıyor.
- Da stanem – vikam, -ama ya katu niştu ne razbiram, ni ot miene, ni ot triene.
-Olalım –diyorum.- ama ben hiçbir şey anlamıyorum, ne yıkamaktan ne de sürtmekten…
-Şte sa nauçiş – kazva, - ne e trudna rabuta.
-Öğreneceksin –dedi,- zor iş değildir.
-E, ştom e atıy – vikam, -da varvim.
-E, madem öyle –diyorum, - gidelim.
Ortasahme se nie. Şte ni vodi bay Yordan, star kalayjiya, koyto be izkaral tsyal jivot po dolnite sela. Neyse, Utidahme v Garovtsi, kondisahme na meçite, razçu sa iz selu, çi sa duşli kalayjiye, i hòrata zapoçnaha da nòset sahàne, tigane, harkòmi…
İşe daldık. Bizi bay Yordan götürecek, eski kalaycı, o ki bütün hayatını aşağıdaki köylerde geçirmiş. Neyse, Garovtsi köyüne gittik, mescide konduk, köyde duyuldu, ki kalaycılar gelmiş. İnsanlar sahanlar, tavalar ve kazanlar getirmeye başladılar.
Bajanakat se podpre na adin duvar, stoapi faf adin sahan, zavarté se i zahvana da mi obyasnéva: atıy se trie, atıy se sùçe…
Bacanak bir duvarın yanında durdu. Bir sahana bastı, onu çeviriyor ve anlatmaya başlıyor: böyle sürtülür, böyle silinir.
-svàli – kazva – siga ti papùsete!
- Çıkar –dedi- şimdi pabuçlarını!
Svàlih gi.
Onları çıkardım.
-Svàli i çuràpete!
- Çorapları da çıkar!
Svàlih i teh. Bajanàkat foarli pésak faf sahàna, turi utgòre adin leşeni sarvùli i vika:
Onları da çıkardım. Bacanak sahana kum attı, üstüne deri parçası koydu ve dedi:
- Ha siga stoapi ti tuka i suçi!
- Ha şimdi buraya bas ve temizle!
Stoapih ya, amuje, ama neli i tugava kilsata ne béha mi malku, pak beh mladu i yaku, triş se zavarteh , usetih, çi sahanat ustana bez (briz) doanu. Otprah gu.
Ben de bastım, amca, ama değil mi ki o zaman benim kilom da az değildi, hem de genç ve yakışıklıydım, üç kere çevirdim ve anladım ki sahan dipsiz oldu. Onu çıkarttım.
-Vay, bajanak, ami siga?
-Vay bacanak, ama şimdi?
-To stàna –vika, -kakvòtu stàna, ami day boarje da gu zaleem, dudé ne gu e videl maystorat.
- Oldu –dedi,-ne olduysa, ama ver çabuk onu lehimleyeyim, ta ki onu usta görmeden evvel…
Kaktu i da e, tuva se razmina. Ama ne şteş li (ni’ştiş li) adin den, kaktu prenaseh kalayjisani sadove, kapnah kapka voda varhu adin tigan. Stana petnu. Dude izmisle kakvo da prave, bay Yordan ma prepluşte sas kleştite utzad.
Her nasıl olduysa, bu da geçti. İstemeyecek olsan da, nasılsa kalaycı aletlerini taşırken, bir tavaya su damlattım. Benekli oldu. Ne yapacağımı düşünürken, bay Yordan elindeki pense ile uzaktan fark etti.
- Da ti kaja – vika – kak se nosi kalaydisan tigan!
-Söyleyeyim – dedi – kalaylı tava! nasıl taşınır
Ne ma dubole tolkuva, kolkutu ma duyéde. Ne stiga, detu ma karaşe vséka sutrin vav çetri sahate da stavam da vàre kafe, ami utgore şte ma i stivasva.
Bana bu kadar vurma, beni bu kadar yiyip durma. Yetmedi, beni yönettiği zaman, her sabah dört saat ona kahve pişiriyordum, ama tepemde durup beni ayrıca dövecek…
- Sas tebe poveçe nema da rabuta! Zaminavam si! Toy sa prestori, çi ne ma e çul.
- seninle bundan sonra çalışmayacağım! Gidiyorum! O ise beni duymamış gibi davrandı.
-Zaminavam si! –povtorih. –Day si mi smetkata!
-Gidiyorum! –diye tekrarladım. –Bana hesabımı ver!
-Kakva smetka? –izpuli sa maystorat. –Ot mene niştu nema da vzimaş. Mahay sa ut glavata mi!
-Ne hesabı? –Usta bana döndü. – Benden hiçbir şey alamazsın. Çekil başımdan!
Ştom e tıy, dumam si na akoala, ya şte te upràve. İzdebnah gu veçertà da zaspi, ta çi barnah torbata mu. İzvadih edna (annoa) guléma praçka kalay i ya skrih. Kazah na bajanaka kakvo sam storil, a toy vika:
Madem öyle, aklıma söylüyorum, ben sana (yapacağımı) yaparım. Gece yatıncaya kadar onu bekledim. Sonra torbasını karıştırdım. Büyük bir parça kalay çubuğu çıkardım ve onu sakladım. Bacanağa da ne yaptığımı söyledim, o da dedi ki:
-Hubavu si gu kurdisal, Ştom imame kalay, nie i sami mojem da kalaydisvame. Sabiray partuşinite!
-İyi kurmuşsun (düşünmüşsün), madem kalayımız var, biz de kendi başımıza kalaylıyabiliriz. Eşyalarını topla!
İ tragnahme dvamina ot selu na selu, ot meçit na meçit. Kaloku darvenitsi sme nahranili, ne moga ti kaza, ama malku pu malku opekahme zanayata, ta horata ne ni ustaviha da umrem ot glad. Adin ti sipe panitsa fasul, drug –panitsa braşnu, treti – lajitsa maslu. Kakvo mu trébva poveçe na adin kalayjiya?
Ve ikimiz köyden köye, mescitten mescite gittik.
Dubre, ama vednaj (vannoaş) faf anno Tursko selu faf Kırjalika zamoarknahme bez (briz) niştu. Pristignahme koasnu i kade-kade, pak faf meçita şte varvim.
İyi ama bir keresinde Kırcaali’de bir Türk köyüne elimizde hiçbir olmadan karanlığa eriştik, oraya geç vakitte vardık ve nereye nereye, tabi tekrar mescide gideceğiz.
Razbrahme, çi na hojata ne mu stana mlogu dragu, ama kakvo da pravim?
Anladık ki hoca pek memnun olmadı. Ama ne yapalım?
Rukna si toy izana i sedna da veçeré, vse anno, çi nas nikakvi ni nema. Ni “buyrum”, ni “zapovyadayte”, niştu!
O ezanı okudu ve akşam yemeğine oturdu. Hiçbir kimse, ki bize bir şey yok. Ne (Türkçe) “buyrun” ne (Bulgarca) “zapovyadayte”, hiçbir şey!
A nie sme gladni katu kuçeta. Faf torbata imame samu annoa varzanitsa luti çuşki.
Biz de köpek gibi açız. Torbada sadece bir bağ acı biberimiz var.
Glôdahme hòjata i faf ratsete, faf oçite dano sa seti, çi i nie sme gladni, ama – ne i ne.
Hocaya ve ellerine baktık, gözlerine de acaba anlar mı, ki biz de açız, ama – yok da yok.
Nayéde si sa toy hubafko, urigna sa, pribra ustanalata hrana faf dolapa i sa izlegna.
O güzelce yemeğini yedi, geğirdi, kalan yiyeceklerini dolapta topladı ve yattı.
Nie sa svihme faf drugiya kray na bujàka, ama katu ne şte da duhada pusti soan! İ tıy sa vartéhme, i inak, ne ide. A hòjata hoarka li, hoarka.
Biz başka bir kıyıya kıvrıldık, ama lanet uyku gelmeyecek! Böyle döndük ve tersine, gelmedi. Ama hoca horluyor da horluyor.
Po anno vreme oçite mi sa vpréha faf garnetu mu, detu sa podmiva. Slujil beşe gu du ogane da mu sa topli.
Bir vakit gözüm onun boğazına dikildi, yutkunduğu zaman. Ateş gibi sıcak olduğunu düşünmüştüm.
Vikam si: to na hòjata mu sa dusvide da ni dade nékolku zaloagi, ami zaşto ya da mu ne drobna nékolku çuşki faf garnetu. İ gréh ne gréh, storih gu.
Söyleniyorum: Hoca bize bir lokma bir şey vermediği için, ama niçin ben onun boğazına birkaç biber doğramayayım. Sonra günah yada değil, onu yaptım.
Samu çi ne mojah da kandisam sas nékolku çuşki, a narézah sas kalayjiskite nojitsi syalata varzanitsa. Po adin vakıt hòjata sa razşava, vze garnetu i zabaranisa kam vratata.
Yalnız birkaç acı biberle yetinmedim, kalaycı makası ile bağlanmış bütün biberleri kestim. Bir vakit sonra hoca şaşırdı, boğazını tuttu ve kapıya koşturdu.
- Sluşay sled malku kakoaf izan şte sa ruka – sbutah bajanàka.
-Dinle az sonra nasıl ezan okuyacak. –dürttüm bacanağı.
Ne minaha i deset minuti i utvoan izvreşté hòjata, da reçeş, çi sas kremen gu derat. Pişti çilékat, ta meçitat sa trese.
On dakika geçmeden hoca dışarıda bağırdı. Dersin ki ardını yırtıyor. Adam öyle bağırıyor ki mescit sarsılıyor.
- Ne oldu, be hòja? Kakvo stana? – pita gu bajanakat ot vratata.
-Ne oldu be hoca? –Bacanak kapıdan onu sordu.
A toy sa varti iz dvora katu pubesnél, ni çuye, ni vidi. Sas annoata roaka pridoarja razvoarzanite si poturi, drugata – prutéga kam nebetu:
Böyle dönüyor avluda kudurmuş gibi, ne duyuyor ne görüyor. Bir eliyle çözülmüş şalvarını tutuyor, diğerini gökyüzüne uzatıyordu.
-Vay Allah! Vay Allah!
-Vay Allah! Vay Allah!
Atıy pişte du srednoşt i çak kam razsamvane utnovu zadréma. Na sutrinta oşte sas stavanetu ni vika:
Böyle gece yarısına kadar bağırdı, ta ki yeniden uyku basıncaya dek.
-Buyrunus ustalar! Vie moje da ste gladni. Da hapnem kakvotu Allah e dal.
-Buyrunuz ustalar! Aç olmalısınız. Allah ne verdiyse yiyelim.
Razkazal: A. VALÇEV
Anlatan: A. VALÇEV
Navigation
[0] Message Index
[#] Next page
[*] Previous page
Go to full version