HIDRELLEZ
HIDRELLEZİN TANIMI
Daha çok Batı Türk dünyasında kutlanan bir halk bayramıdır. Hızır ve İlyas isimlerinin halk ağzında aldığı şekilden ibaret olan hıdrellez, kökü İslâm öncesi eski Orta Asya, Ortadoğu ve Anadolu yaz bayramlarına dayanan, Hızır yahut Hızır ve İlyâs kavramları etrafında dinî bir muhtevaya bürünmüş halk bayramının adıdır. Bu bayram, merkezini özellikle Anadolu ve Balkanların, Kırım, Irak ve Suriye’nin teşkil ettiği Batı Türkleri arasında, bugün kullanılmakta olan Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs(eski lülyen takvimine göre 23 Nisan) günü kutlanmaktadır.
Hıdrellez, halk arasında ölümsüzlük sırrına erdiklerine ve biri karada, diğeri denizde darda kalanlara yardım ettiklerine inanılan Hızır ve İlyâs peygamberlerin yılda bir defa bir araya geldikleri gün olarak kabul edilir. Ancak bu beraberlikte, ismi yaşatılmasına rağmen uygulamada İlyâs’ın şahsiyeti tamamen silinerek Hızır motifi öne çıkarılmıştır. Dolayısıyla bu bayramda icra edilen bütün merasimler Hızır’la ilgilidir. Bunun temel sebebi, İslâm öncesi devirlerde üç büyük kültürün hâkim olduğu alanda bu yaz bayramı vesilesiyle kültleri kutlanan insan üstü varlıkların daha ziyade Hızır’ın şahsiyetine uygun düşmesi ve onunla özdeşleşmesidir.
HIDRELLEZİN TARİHÇESİ
Osmanlı Devleti’nde 6 Mayıs(23 Nisan) halk arasında yaz mevsiminin başlangıç tarihi sayılmaktaydı. Nitekim eski takvimde yıl ikiye ayrılmış olup 23 Nisan’dan(6 Mayıs) 26 Ekim’e(8Kasım) kadar süren 186 gün “Hızır günleri” adıyla yaz mevsimini, 23 Nisan’a kadar devam eden 179 gün de “Kasım günleri” adıyla kış mevsimini oluşturuyordu. Hıdrellez de kışın sonuna erip yazın başladığı gün olarak kutlanmaktadır.
Hızır ve İlyâs’a tahsis edilen bu gün, İslâm dünyasının her tarafında kutlanmadığı gibi kutlandığı yerlerde de adı, tarihi ve yapılan merasimler aynı değildir. Her şeyden önce İslâm folklorunda Hızır ile İlyâs hakkında çok zengin bir inançlar ve efsaneler literatürü ve bu ikisinin yılda bir defa görüştüğü inancı mevcut olduğu halde bu gün belirlenmiş değildir; hattâ Türk dünyasının her tarafında 6 Mayıs kutlama günü olarak bilinmez. Fakat muhakkak olan şudur ki, İslâm dünyasının önemli bir kısmında ve bu arada Türkler arasında her zaman hıdrellez adı altında olmasa da Hızır ve İlyâs’ın buluştuğu günün hâtırası çok eskiden beri değişik günlerde ve biçimlerde kutlanmaktadır. Nitekim XVI. Yüzyılda İstanbul’da yerleşen Yesevî tarikatına mensup Türkistanlı yazar Hâzinî, bu tarikatla ilgili çok önemli bir kaynak olan Cevâhirül-ebrâr min emvâcil-bihâr adlı eserinde(s. 196), başta Buhara ve Semerkant olmak üzere bütün Mâverâünnehir’de Hızır-İlyâs adına şenlikler yapıldığını kaydeder. Ayrıca Türkiye’deki Alevîler ve İran’daki Kızılbaş Karakoyunlu Türkmenleri(Çihilktenler) arasında Şubat ayı ortalarında “Hızır nebî bayramı” adıyla hıdrellezden ayrı ve oruçla geçirilen bir bayramın kutlandığı bilinmektedir. Nevruz’dan altı hafta öncesine rastlayan bu bayram, eski on iki hayvanlı Türk takvimindeki yılbaşına tekabül etmekteydi.
Yalnız Anadolu, Balkanlar, Kırım, Irak ve Suriye Türklerine mahsus bir halk şenliği olan hıdrellezin buralarda özellikle 6 Mayıs’ta kutlanması iklim ve tabiat şartlarıyla bağlantılıdır. Bu tarih, sözü edilen bölgelerde ilkbahardan yaz mevsimine geçişi belirtmekte olup hicrî takvim sistemiyle hiçbir ilgisi yoktur. 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece güneşin Ülker burcuna girdiği bir zaman parçasıdır. Bu tarihten 7-8 Kasım’a kadar bu burcu güneşin batışından sonra görmek mümkün değildir. Yılın diğer günlerinde ise Ülker burcu güneş battıktan kısa bir süre sonra görülebilmektedir. Bu suretle astronomik gözlemlere ve tabiat şartlarına uygun bir şekilde yıl kış ve yaz mevsimi olarak iki mevsime bölünmüştür. 8 Kasım bütün özellikleriyle kışın başlangıç tarihlerini, 6 Mayıs’a rastlayan hıdrellez günü de gerçek anlamda yazın başlangıç tarihini oluşturmaktadır. Pek çok arşiv belgesi, Osmanlı döneminde devlet nezdinde bile işlerin yılın bu iki mevsimine, yani “rûz-i Hızır’dan(Hızır-İlyâs’tan) rûz-i Kasım’a” veya “rûz-ı Kasım’dan rûz-ı Hızır’a” kadar olan iki döneme göre planlandığını göstermektedir.
Öte yandan 6 Mayıs, Türkler’ in Anadolu’ya yahut daha genel bir ifadeyle Ortadoğu’ya geldikten sonra tanıdıkları bir tarihtir. Zira Doğu Hıristiyanlığı’nın Aziz Yorgi(Aya Yorgi, Hagios Georgios, Saint George) ya da Yeşil Yorgi kültü bu tarihte kutlanmaktaydı. Doğu Hıristiyanlığı’nda çok önemli bir yeri olan bu kült zaman içinde Hızır-İlyâs kültü ile birleşerek özdeşleşmiş ve bu suretle 6 Mayıs tarihi Ortadoğu ve Balkanlar’da Hıristiyan-Müslüman kültür etkileşimi sonucunda hem Aziz Yorgi hem de Hızır-İlyâs kültünün iç içe girmesinin bir sonucu olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Müslümanlarca Hızır ve Hıristiyanlarca Aziz Yorgi adına kutlanmasına rağmen doğrudan doğruya Hıristiyanlıkla da Müslümanlıkla da ilgisi olmayan, Ortadoğu ve Balkanlar’da hem Müslümanların hem de Hıristiyan halkların kutladığı bu yaz bayramının kökü İslâm ve Hıristiyanlık öncesi İlkçağ Anadolu, Mezopotamya ve Orta Asya kültürlerinde aranmıştır. Mezopotamya ve bütün Doğu Akdeniz çevresindeki ülkelerde bazı tanrılar adına bahar veya yazın gelişiyle ilgili birtakım âyinlerin yapıldığı bilinmektedir. Milâttan önce III. bin yılın sonlarında, Mezopotamya ovasını sulayarak etrafı yeşillendiren Fırat ve Dicle nehirlerinin hayat verici gücünü simgeleyen Tammuz(Dumuzi) ilâhı adına bahar mevsimi başlangıcında Mezopotamya’daki Ur şehrinde görkemli âyinler yapıldığını gösteren tabletler bulunmaktadır. Tammuz, tabiatın ölüşü(sonbahar, kış) ve dirilişiyle(ilkbahar, yaz) birlikte ölen ve yeniden dirilen bir tanrı kabul edilmiştir. Yeşillik ve bereketin timsali olan Tammuz kültü, İbrânîler kanalıyla Suriye ve Mısır üzerinden eski Yunanistan’a ve Anadolu’ya geçmiş, burada da aynı tanrı Adonis adıyla tanınmıştır. Louvre Müzesi’nde bulunan Boğazköy tabletleri, benzer âyinlerin Hititler zamanında Anadolu’da yaz başlangıcında bitki ve yeşillik tanrısı Telipinus için icra edildiğini göstermektedir. Ayrıca eski İran’da yine yeşillik ve su kavramlarıyla ilgili Haurvatât ve Ameretât adlı iki tanrı için bahar mevsiminde özel âyinler yapıldığı, Nevruz’un da bunlardan doğduğu bilinmektedir. Avesta’da dişi varlıklar olarak kabul edilen Haurvatât suların, Ameretât ise bitkilerin koruyucusudur.
Tabiatın âdeta yeniden dirilmesi demek olan baharın ve yazın gelişi, ilk çağlarda dünyanın her tarafındaki insanların hayatında önemli bir olaydı. Bu olayın birtakım tabiat üstü güçlerle temsil edilmesi ve bunların şerefine âyinler düzenlenmesi evrensel bir hâdise olmalıdır. Nitekim eski Orta Asya’daki Türk boylarında da benzer âyinlerin yapıldığı bilinmektedir. Bu âyinler Yâkutlar’ da Nisan, Tunguzlar’ da Mayıs, diğer bazı boylarda Mart ayında icra ediliyor ve büyük merasimlerle kutlanıyordu. Kısacası hıdrellez bayramının kökünde bütün bu kültürlerdeki bahar ve yaz bayramları geleneklerinin uzun asırlar süren katkılarını kabul etmek doğru olacaktır. Bu katkıların en sonuncusu da Hızır ve İlyâs’ın şahsiyeti etrafında gelişen İslâmî halk kültürüdür.
Hıdrellez merasimlerinin icrası ve bu esnada yeşillik ve su kavramlarıyla ilgili birtakım uygulamalar, bu halk bayramının putperest köklerini çok daha belirgin bir şekilde ortaya koymaktadır. Nitekim İslâm âlimleri bu durumun farkına vararak bu konuda yasaklayıcı fetvalar bile vermişlerdir. Osmanlı Devleti’nde de hıdrellez kutlamalarının dinî açıdan sakıncalı olup olmadığının tartışıldığı, XVI. Yüzyılda Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’nin fetvalarından anlaşılmaktadır. Ebussuûd Efendi, böyle bir günün kutsandığına inanmamak şartıyla sadece eğlenmenin, yiyip içmenin sakıncalı olmadığını söylemektedir. Mouragea d’Ohsson da hıdrellez merasimlerinin Osmanlılar döneminde çok yaygın bir biçimde kutlandığını belirterek bunun vazgeçilmez bir gelenek halini aldığını ifade etmiştir.
Anadolu’nun en büyük medeniyetine sahip Hititlerin ilkbaharlarda büyük bir coşku içinde kutladıkları Vurulli, Nontariyashas ve Antahsumsar bayramları bizim Hıdrellez kutlamalarımızla aynı özellik arz etmektedir.
HIDRELLEZ KUTLAMALARI NASIL YAPILIYOR?
Türkiye’de “Hıdırellez”, Kırım ve Dobruca’da “hıdırlez”, Makedonya’da “edirlez”(ederlez), Kosova bölgesinde “hıdırles”(hedirles, hadırles) gibi değişik biçimlerde söylenen hıdrellez merasimleri, çeşitli ülke ve yörelerde teferruatta tabiî olarak birtakım farklılıklar gösterebilir. Ancak bunlar Hızır adının çağrıştırdığı gibi genellikle bolluk ve bereketi simgeleyen, su ve yeşillik kavramlarının öne çıktığı, ağacın bol bulunduğu, bazen içinde türbe de yer alan mesire yerlerinde kutlanan merasimlerdir. 5 Mayıs günü temizlik yapıp yiyecek ve içecek hazırlama gibi işlerle başlayan hıdrellezle ilgili bütün merasimleri, âdet ve gelenekleri dört grupta toplamak mümkündür. 1. Şifa ve sağlık talebine yönelik olanlar. 2. Uğura, bereket ve bolluk talebine yönelik olanlar. 3. Mal, mülk, mevki ve servet talebine yönelik olanlar. 4. Kısmet ve talih açmaya yönelik olanlar. Meselâ hıdrellez günü kır çiçeklerinin kaynatılarak suyundan içilmesinin hastalıklara şifa vereceği, hıdrellez gecesi bütün sulara nur yağacağından o gece suya girmenin her türlü hastalığa karşı bağışıklık sağlayacağı inancı birinci gruba örnek gösterilebilir. Genellikle hıdrellez gecesi Hızır’ın yeryüzünde dolaştığı ve dokunduğu şeylere bereket getirdiği inancı çok yaygın olduğundan o gece evlerdeki yiyecek ve içeceklerin ağzının açık bırakılması, dileklerin bir kâğıda yazılarak gül ağaçlarının dibine konması vb. şeyler ikinci grubu teşkil eden uygulamalara örnek sayılabilir. Bunlara benzer pek çok örneğe her yerde rastlamak mümkündür.
Hıdrellez merasimleri Hızır ile İlyâs’ın buluşmasına atfen daima toplu olarak gerçekleştirildiği için bazı kasaba ve şehirlerin yakınında yeşillik bir mekândan oluşan ve “hıdırlık” denen, insanların bir arada yiyip içtiği, eğlendiği bir mesire yeri bulunur. Bu yerlerde icra edilen merasimler, eski devirlerde aynı zamanda evlenme yaşına gelmiş genç kız ve erkeklerin birbirlerini görüp beğenmelerine de imkân vermekteydi. Dolayısıyla hıdrellez merasimlerinin geleneksel Türk toplumlarında sosyal iletişim aracı olmak gibi pratik yönleri de bulunmaktaydı.
Mevsimlik bayramlarımızdan biri olan Hıdrellez, ülkemizde etkin bir biçimde kutlanmaktadır. Büyük şehirlerde daha az olmak üzere, kasaba ve köylerde hıdrellez için önceden hazırlık yapılır. Bu hazırlıklar, evin temizliği, üst-baş temizliği, yiyecek-içeceklerle ilgili hazırlıklardır. Hıdrellez gününden önce evler baştan başa temizlenir. Çünkü temiz olmayan evlere Hızır’ın uğramayacağı düşünülür. Hıdrellez günü giyilmek üzere yeni elbiseler, ayakkabılar alınır.
Anadolu’nun bazı yerlerinde Hıdrellez günü yapılan duaların ve isteklerin kabul olması için sadaka verme, oruç tutma ve kurban kesme âdeti vardır. Kurban ve adaklar “Hızır hakkı” için olmalıdır. Zira bütün bu hazırlıklar Hızır’a rastlamak amacına yöneliktir.
Sonuç olarak, Anadolu’da hâlâ görkemli törenlerle kutlanan Hıdrellez Bayramı insanlık tarihinde çok eski zamanlardan beri kutlanmaktadır. Farklı zamanlarda, farklı isimler altında kutlansa da Hıdrellez motiflerine pek çok yerde rastlamak mümkün olmaktadır. Baharın gelişi ve tabiatın canlanması insanlar tarafından bayramlarla kutlanması gereken bir durum olarak algılanmıştır. Böylece bir bahar bayramı olan Hıdrellez evrensel bir nitelik kazanmıştır
TÜRK EDEBİYATINDA HIDRELLEZ
Hıdrellez inanış ve âdetleri folklorda olduğu gibi edebiyata da köklü biçimde yansımış ve Gılgamış destanından bu yana mitoslar halinde yazılı ve sözlü edebiyat geleneğinde yer almıştır. Anadolu’nun pek çok yerinde hıdırlık denilen mesirelerin bulunması ve hıdrellez başta olmak üzere bahar eğlencelerinin buralarda düzenlenmesi edebiyatta hıdrellez temasının canlı tutulmasına sebep olmuştur.
Dede Korkut’ tan itibaren Ebû Müslim, Battal Gazi, Dânişmend Gazi, Sarı Saltuk, Köroğlu gibi kahramanların hayatı etrafında teşekkül eden destanî romanlarda gerek Hızır ve İlyâs’ın kişilikleri, gerek hıdrellez günü, gerekse hıdırlıklarda devam eden sosyal faaliyetler ve gelenekler ekseninde yer yer hıdrellezin de zikredildiği görülür. Klâsik Türk şairleri “evvel bahar”ı andıkları zaman genellikle hıdrellez günlerini kastetmekte ve baharı konu edinen şiirlerinde(bahariye) ekseriya bu günleri anlatmaktadırlar.
Bazı mesnevilerde de hıdrellez ve hıdırlık bir çevre öğesi olarak anılır. Meselâ Şeyhoğlu Sadreddin Mustafa’nın Hurşidnâmesi’nde Hurşid, uğruna ölen âşığının mezarına türbe yaptırır ve adını Hıdrellez koyup burada sık sık Ferahşâd ile buluşur. Halk şiiri geleneğinde “bâdeli âşık”ların Hızır elinden dolu içmeleri(klâsik şiirde de ağzına Hızır’ın tükürdüğü kişinin güzel şiir söyleyeceği rivayeti) ve zaman zaman hıdırlık mevkiinde saz çalıp şiir söylemeleri gelenektendir. Hıdrellez ile alâkalı zengin folklor malzemesinin bulunduğu en önemli eser Evliya Çelebi Seyahatnâmesidir.
Hıdrellez şenlikleri yapılırken özellikle dilek tutan genç kızlar tarafından söylenen aşk ve hasret dolu mâniler anonim halk edebiyatının önemli bir bölümünü oluşturur. Bu tür mânilere bütün Türk dünyasında rastlamak mümkündür. Bunun yanında halk şiiri geleneğine uyularak bazı saz şairlerince hıdrellezi konu alan şiirler de söylenmiştir. Divan edebiyatında da hıdrellez çeşitli özellikleriyle birçok beyitte yer almıştır. Osman Şems Efendi’nin bir hıdrellez günü İstanbul’dan Bursa’ya gitmek için vapura binerken söylediği, “Devran bizi yârân-ı kadîmden ayırdı/Oldukları gün Hızır ile İlyâs mülâki” beyti bunun bir örneğidir. Modern Türk şiirinde de hıdrellezden ilham alan manzumeler tertiplenmiştir: Arif Nihat Asya’nın “Hıdrellezde Kızlar” adlı şiiri bunlardan biridir.2
Hunlara kadar uzanan eski Türk geleneğinde Örüs Sara diye bilinen sürülerin otlağa çıkarıldığı 9 Mayıs tarihinin Anadolu coğrafyası ve diğer etkenlerle 6 Mayıs tarihinde gelenekleştirdiği Hıdrellez ile ilgili olarak halk edebiyatında hayli ürüne rastlıyoruz.
● Kul daralmayınca Hızır yetişmez.
● Hızır dedik hınzır çıktı.
● Hızır gibi yetişti, Hızır mısın mübarek
● Hıdırellez’ de bir tutam, sonrasında bin tutam
● Hıdırellez yağmurunun damlası altın olur
● Hızır diye yapıştığım hınzır olur.
● Hızır’ı bulsa külâh giydirir.
Halk şairlerimizin de sadece Hızır ve Hızır İlyâs’ı birlikte anarak söylenmiş şiirleri genellikle darlıkta yetişen Hızır temasını işlemektedirler.
Yunus Emre’de ise işlenen tema; âb-ı hayat ve ölümsüzlük üstüne yoğunlaşmaktadır.
HIZIR’A ATFEDİLEN BAŞLICA ÖZELLİKLER
Hızır, yaygın bir inanca göre, hayat suyu(âb-ı hayat) içerek ölümsüzlüğe ulaşmış; zaman zaman özellikle baharda insanlar arasında dolaşarak zor durumda olanlara yardım eden, bolluk, bereket ve sağlık dağıtan, Allah katında ermiş bir ulu veya peygamberdir. Hızır’ın hüviyeti, yaşadığı yer ve zaman belli değildir. Hızır, baharın, baharla vücut bulan taze baharın sembolüdür. Hızır inancının yaygın olduğu ülkemizde Hızır’a atfedilen özellikler şunlardır:
Hızır, zor durumda kalanların yardımına koşarak insanların dileklerini yerine getirir.
Kalbi temiz, iyiliksever insanlara daima yardım eder.
Uğradığı yerlere bolluk, bereket, zenginlik sunar.
Dertlilere derman, hastalara şifa verir.
Bitkilerin yeşermesini, hayvanların üremesini, insanların kuvvetlenmesini sağlar.
İnsanların şanslarının açılmasına yardım eder.
Uğur ve kısmet sembolüdür.
Mucize ve keramet sahibidir.
Hızır, bu nitelikleriyle mitoloji dünyasının kendilerine üstün yetenekler atfedilen tanrılarını hatırlatmaktadır.
BAŞLICA HIDRELLEZ ÂDETLERİ
Hıdrellezde baharın taze bitkilerini ve taze kuzu eti veya kuzu ciğeri yeme âdeti vardır. Baharın ilk kuzusu yenildiği zaman sağlık ve şifa bulunacağına inanılır. Bugünde kırlardan çiçek veya ot toplanıp onları kaynattıktan sonra suyu içilirse bütün hastalıklara iyi geleceğine, bu su ile kırk gün yıkanılırsa gençleşip güzelleşileceğine inanılır.
Hıdrellez gecesi Hızır’ın uğradığı yerlere ve dokunduğu şeylere feyiz ve bereket vereceği inancıyla çeşitli uygulamalar yapılır. Yiyecek kaplarının, ambarların ve para keselerinin ağızları açık bırakılır. Ev, bağ-bahçe, araba isteyen kimseler, Hıdrellez gecesi herhangi bir yere istediklerinin küçük bir modelini yaparlarsa Hızır’ın kendilerine yardım edeceğine inanırlar.
Hıdrellezde baht açma törenleri de oldukça yaygın olarak uygulanan geleneklerimizdendir. Bu törene İstanbul ve çevresinde “baht açma”, Denizli ve çevresinde “bahtiyar”, Yörük ve Türkmenlerde “mantıfar”, Balıkesir ve çevresinde “dağara yüzük atma”, Edirne ve çevresinde “niyet çıkarma”, Erzurum’da “mâni çekme” adı verilir. Törenler baharda tabiatın ve bütün canlıların uyanmasıyla eş anlamlı olarak insanların da talihlerinin açılacağı inancıyla, şanslarını denemek amacıyla yapılır. Hıdrellezden bir gece önce bahtını denemek ve kısmetlerinin açılmasını sağlamak isteyen genç kızlar yeşillik bir yerde veya bir su kenarında toplanırlar. İçinde su bulunan bir çömleğe kendilerine ait bir yüzük, küpe, bilezik gibi şeyler koyarak ağzını bir tülbentle bağladıktan sonra bir gül ağacının dibine bırakırlar. Sabaha erkenden çömleğin yanına giderek sütlü kahve içip ağızlarının tadının bozulmaması için dua ederler. Ardından niyet çömleğinin açılmasına geçilir. Çömlekten içindekiler çıkarılırken bir yandan da mâniler söylenir. Buna göre eşyanın sahibi hakkında yorumlar yapılır. Hıdrelleze özgü bu uygulama temelde bu şekilde yapılmakla birlikte, yörelere göre bazı farklılıklar da gösterebilmektedir. Son zamanlarda ise bu tören yalnızca evde kalmış kızların kısmetini açmak amacıyla yapılmaktadır.
Hıdrellez Kültür-Bahar Bayramı 1996 yılından beri Kültür Bakanlığı koordinatörlüğünde yurt çapında kutlanmaktadır. Bütün il valiliklerine genelge gönderilerek illerde kutlama komiteleri oluşturulmakta ve komitelerin aldığı kararlar doğrultusunda illerde gerçekleştirilecek faaliyetler belirlenmektedir. İllerde gerçekleştirilen kutlamalar daha sonra rapor halinde Kültür Bakanlığına bildirilmektedir. Ayrıca daha önceden 6 Mayıs tarihinde geleneksel birtakım kutlamaların yapıldığı tespit edilen illerde konuyla ilgili alan araştırmaları yapılmaktadır. 3
Hıdrellezlerde halkın kırlara ve bahçelere gitmesi olayı binlerce yıl önce yapılan bir merasimin uzantısı olabilir. Belki de bu kır şenlikleri “tabiatperestliğin” ve yine Roma sır dinlerinde görülen Mayısta yapılan tarla törenlerinin ve yine sır dinlerinde dirilmeyi sembolize eden ilkbahar canlanmasının izlerini taşıyabileceği gibi, Türk boylarından kalma bir kalıntı da olabilir.
Yazın ilk günü sayılan 6 Mayıs gününe Hıdrellez denmesinin sebebi Mûsâ(a.s.)’ın ümmetinden bir veli veya peygamber olduğu bildirilen ve Kur’an-ı Kerim’de Kehf Sûresi 65. âyetinde “Kullarımdan bir” ibaresi ile ismi geçen Hızır(a.s.)’ın, kurak bir yere oturması ile o yerin yeşerip dalgalanmaya başladığı hadîs-i şerîfle bildirilmiştir. Bu sebeple yaz başlangıcında ortalığın yeşermeye başladığı güne yeşil mânâsına gelen “Hızır” günü, yine bu günde Hızır ile İlyâs (a.s.)’ın buluştukları rivayeti sebebiyle de Hıdırellez(Hızır-İlyâs) denmiştir.
Bugün yaz günlerinin başlangıcı sayıldığından temiz havadan ve bol güneşten istifade etmek maksadıyla kırlara çıkmak halk arasında âdet haline gelmiştir. Bu günün İslâmiyet’te dinî bir hüviyeti ve kutsiyeti yoktur.4
Türk kültürünün tarih şuuru içinde dil, din, san’at, folklor ve sosyal hayat alanlarında yarattığı mahsullerin birlik ve kardeşlik ruhunu yaşattığını unutmamak lâzımdır.5
Türkiye’de halk kültürü ya da halk sanatı kavramları genellikle kır-köy kültürü veya sanatı biçiminde algılanmaktadır.6
Doç. Dr. Nimetullah Hafız’ın “Kosova’da Hıdrellez Âdetleri” isimli makalesinden öğrendiğimize göre, eski Yugoslavya’da da hıdrellez âdetleri Türk dünyasındaki âdetlerle benzerlikler arz etmektedir.7
Hıdrellez gelenekleri, barış içinde birlikte yaşamayı sağlayan kültürel değerlerimizdir.8
MUT YÖRESİNDE HIZIR VE HIDRELLEZ GELENEĞİ
Hızır’ın Arapça kökenli Hadra-Hazra’dan üretildiği ve yeşil anlamına geldiği söylenir ve buradan hareketle de aslen Hızır ile İlyâs’ın ayrı kişiler olmadığı, Hızır’ın Türkler tarafından İlyâs’a verilen bir sıfat olduğu iddia edilir.
Gerçekten Hızır’la ilgili geleneklerin tamamında yeşil-yeşillik ve tazelik motifleri bulunur.
Dede Korkut Masallarında Hızır’dan “Yeşil donlu Hızır” diye bahsedilir. Aslında Hızır’ı ayrı, Hıdrellezi ayrı incelediğimizde daha ilginç sonuçlar ortaya çıkıyor:
Efsane, rivayet, menakıp veya velayetnâmelerde Hızır bir nebidir. İlyâs Peygamberle birlikte âb-ı hayat içmiş, ölümsüzlüğe erişmiştir. Bu nedenle de hâlâ yaşamaktadır. Mevlânâ Celâleddin-i Rumî ve Hacı Bektaş-ı Velî ile sohbete girmekte, arkadaşlık etmektedir. Hz. Muhammed’in ricası üzerine ölmek kararından dönmüş, O’nun ümmetine müzaheret etme ricasını kabul etmiştir. Bu vasıflarıyla Hızır, her an insanların içinde, dara düşenlerin yardımına koşmaktadır. Zaman zaman kişiliğini belli eden olayların bulunduğu rivayetler anlatılır.
Halk arasında Hızır ile ilgili en yaygın kanaatlerden birisi; O’nun ne zaman ve hangi kılık ve kişilikte insanın karşısına çıkacağı belli olmadığı için kapıya gelen misafiri hoşnut etmek, dilenciyi geri çevirmemek şeklindedir.
Hıdrellez olayında ise hem Hızır yalnız değildir, hem de işlevi kişilerden kitleye yayılır.
Efsaneye göre Hızır’ın ayağının bastığı yer yeşerir ve ot biter. Hızır, eski çok ilâhlı dönemlerdeki mevsimlerle birlikte ilâhların da ölüp dirilmesi işlevini üstlenmiş gibidir.
Rumî takvime göre ilkbaharın başlangıcı Mart ayının birinci günüdür. Bu, milâdi takvime göre Mart ayının 13. gününe tekabül eder.
Mart dokuzu, üçüncü cemreden sonrasının bir takvim ile başlangıcıdır. Dokuzun dokuzu çıktıktan sonra kış geride kalmıştır. Ancak hayvancılar yani Yörükler için Aprul yani Nisan, hele hele Nisanın beşi çok önemlidir.
İlkbaharın bu sayılı günlerinin ardından, 6 Mayıs’ta Hıdrellez gelir. Hıdrellez, her tarafın yemyeşil otlarla kaplandığı, otlaklarda anaların ayrı, yavruların ayrı otlanabildiği bir dönemin başı sayılır. Doğrudan rızk ve bereketle ilgili bu tarih, aynı zamanda aşiret takviminde belli işlerin de başlangıç tarihidir.
Çoban bu mevsimde tutulur ve kesenesi Hıdrellez-Koç Katımı arası için tespit edilir.
Yavrular kendi başlarına otlayıp karınlarını doyurabildikleri için peynir mandıralarına da süt verimine, daha doğrusu teslimine bu tarihte başlanır. İlk teslimle birlikte sütçüden avans da alınacağı için, kışın tüccara borçlanan çiftçilerin borç ödeme tarihi de Hıdrellez olarak hesaplanır.
Kısacası Hıdrellez, köylünün bağ budama, bağ bozumu, ekin, koç katımı, döl vb. meteorolojik ve topoğrafik özelliklere göre tespit edilmiş belli günler takviminin çok önemli bir parçasıdır.
Buna ilâveten Hızır ve İlyâs’ın kişiliğinde konunun bir de inanç yönü vardır.
Taşeli yöresinde yerleşmiş ve yaygın inançlara göre Hıdrellez günü dikiş dikilmez, hamur yoğrulmaz, çamaşır yıkanmaz. Bütün bu işlerin bir gün önceden yapılmış olması gerekir. Zira Hıdrellez eğlenmeye ayrılmış bir gündür.
Hıdrellez yağmur ile karıştırılıp pişirilen sütten mayısız peynir ve yoğurt çalınabilir.
Hıdrellez günü yağmur bol ise bütün hayvanlar dışarıya salınarak bu yağmurla yıkanmaları sağlanır. Böylece bu hayvanların sütlerinin bol, yünlerinin çok olacağına inanılır.
Genç kızlar, Hıdrellez yağmurundan biriktirdikleri su ile yıkanırlar. Bu su ile yıkananların üstüne hastalık gelmeyeceği, saçlarının uzayacağı, gelin gittikleri eve bereket taşıyacaklarına inanılır.
Kayıkçılar kayıklarını Hıdrellezde suya indirirler.
Hıdrellez günü dal kırılmaz, ağaç kesilmez. Bu gelenek Tahtacılar arasında mutlaka uyulması gereken kurallar arasındadır.
Hıdırellez’ de niyet tutma, niyet kutusu kapatma, dilek dileme geleneği az da olsa yaşamaktadır.
Hızır ile İlyâs’ın senede bir gün, bir gül ağacının altında buluşmak ve oraya bırakılmış işaretlerle istenenleri yerine getirmelerine dair olan gelenek ise daha ziyade genç kızların ilgi gösterdiği bir husustur.9
SONUÇ
Hıdrellez gecesi evin damında ateş yakmak, eline aldığı uzunca bir sopanın ucunu alevlendirerek başının üzerinde bol bol çevirmek, mahalle aralarında yakılan ateşlerin üzerinden atlamak, gündüzleri kırlara açılmak, parklarda hattâ mezarlıklarda oturup eğlenmek, yiyip içmek gibi âdetler görebildiklerimizden birkaçıdır.
Hıdrellez gününün dinimizle özel mânâda bir ilgisi yoktur.
Ateş üzerinden atlayınca ev sahibi olunacağına, ucunda ateş yana sopayı başının etrafında çevirince başının ağrımayacağına inanmak gibi batıl inanışların dinimizle bir ilgisi olmadığı gibi, hangi gün olursa olsun eğlence kastıyla kabristana gitmenin de hiçbir meşrû yönü yoktur.
Kabristan sadece ibret almak ve orada yatanlara Allah’tan mağfiret niyaz etmek için ziyaret edilir.
Edebin muhafaza edilmesi ve herhangi bir haramın işlenmemesi şartıyla o günde veya başka bir günde dinlenmek üzere kırlara açılabilinir. Bunun mahsuru yoktur. Mahsur, o gün kıra çıkmanın dinî bir vazife olarak düşünülmesindedir.10
Ekrem YAMAN