Toplumlar durağan değil, devingendir. Bu sosyal yasa göz ardı edilmekte ve kimi toplumlar kendilerine binlerce yıllık kökenler arama çabasındadırlar. Halbuki tarihe baktığımızda şimdi adı kalmamış bir çok toplumun varlığını göreceğiz. Bu bağlamda Pomak tanımının tarihsel kaynaklarda belirtildiği tarih 1830’dur. Pomak kavramının kayda geçirilmesi bu tarihten önceleri de Pomak toplumunun var olduğunu göstermektedir. Ancak bu tarihten önce ne Türk nede Bulgar kaynaklarında Pomak tanımına rastlanmamaktadır.
Pomaklar bu tarihten sonra bu adla yada sıfatla tanımlanmış ve daha önce ait olduğu toplumdan ayrışmış bir toplum olarak ortaya çıkmıştır. Daha önce slav dilli Müslüman bir toplum olarak Osmanlı millet sistemi din esasına göre ayrımlandığı için ayrı bir etnik tanıma tabi tutulmamaktaydı. Bu yüzden Pomaklar dil yönüyle Bulgarlara din yönüyle Türklere izafe edilmeye çalışılan bir toplum olmuştur. Bu durumda Pomak toplumu hem Bulgarların hem de Türklerin ilgi alanına girmektedir.
Balkanların artık kaynamaya başladığı ve Balkan uluslarının Osmanlı imparatorluğundan bağımsızlık kazanmak için başka güçlerin yardımına dayanarak ayaklandıkları zamanda bizim gibi dili Türkçe olmayan Müslümanlar bu zorlu süreç içinde Osmanlı devletinden yana oldular. 1878 Türk-Rus savaşının Osmanlı devleti açısından bozgun ve felaketle sonuçlanmasından en çok bizim gibi müslüman ancak kendi ana dillerini konuşan Balkan toplumları zarar gördü. Başımıza 1878 ve 1913 Balkan savaşlarının akabinde göç yolları gözüktü. Türklerle birlikte yine milyonlarca Balkanlı Müslüman Osmanlı ülkesinin Trakya ve Anadolu topraklarına aktı.
Balkanlardaki Pomak, Arnavut, Makedon, Boşnak, Patriyot, Giritli vesair adlarla anılan bir çok Türkçe konuşmayan Müslüman gruplar Türkiyede yeni bir sosyal süreç ile karşı karşıya kaldılar.
Bu toplumların en önemli özelliği çoğunun hem Balkanlarda kendi asıl yurtlarında hem de Türkiyede parçalarının kalmış olmasıdır. Bu toplumlar göç sonucu ikiye veya daha fazla parçaya bölünmüşlerdir. Daha sonra her toplum parçası başka ulus devletlerin egemenliği altına girmiştir. Her ulus devlet kendine ait ulusal değerler üzerinde toplumlarına resmi dille eğitim ve ulusal kimlik bilinci aşılamıştır. Bu durumda dili Türkçe olmayan Müslüman toplumlar için yavaş yavaş bir adaptasyon süreci yaşanmıştır.
Türkiyede bir asimilasyon süreci değil, çoğu yerde gönüllü bir adaptasyon sürecinin yaşandığı kanaatindeyim. Her ulus devletin kendi ulusal bütünlüğünü kurmak ve korumak adına yaptığı yasal uygulamaları temel insan ve toplum haklarına uyumlu olmak şartıyla normal görmekteyim. Bu nedenle siyasal açıdan Türkiyedeki etnik grupların etnik ayrım peşindeki taleplerinin haklı ve yasal olmadığına inanmaktayım.
Ancak işin başka bir boyutu var ki, toplumsal ve kültürel boyutta bu toplumların kendi kültürel mirasını koruma yönündeki sivil etkinliklerinin engellenmemesi gerekir. Bu etkinlikler; ayırımcılık anlamında değil, bu ülkenin sahip olduğu bir kültürel zenginlik anlamında makul karşılanmalıdır.
Bu ülkenin zenginliğinin sergilenmesi kavramını öne sürerken azınlık kavramını kullanmıyoruz. Biz Türkiyede bu anlamda yeni azınlıkların yaratılmasına taraftar olmayız. Pomaklar da Türkiyede hiçbir zaman kendilerini azınlık olarak görmediler. Bundan sonrada Türkiyedeki Pomaklar açısından söyleyelim kendimizi asla bir azınlık olarak görmeyeceğiz. Biz bu ülkenin bir parçasıyız. Bir realitesiyiz. Zaten bu realitenin varlığının bilinmesi ve yok sayılmaması yeter.
Burada vurgulamak istediğimiz en önemli nokta şudur. Türkleşme olgusu Anadoluya gelip yerleşmiş tüm Balkan ve Kafkasya kökenli göçmen toplumlar için geçerlidir. Türkleşme olgusu başlangıçta bu göçmen toplulukların köylülük aşamasında yavaşça yürürken Türkiyede şehirleşmenin ivme kazanmasına paralel olarak hızlanmıştır. Bu anlamda Türkiyedeki Pomak toplumunun Türkleşmiş olduğu saptaması yadsınamaz bir gerçektir.
Anayasanın Türk tanımı etnik açıdan Türk olma zorunluluğunu içermez. “Türk” demek; Türkçe konuşan ve Türk Kültürüne bağlı olan demektir. Bu noktadan gerek Pomaklar ve gerek başka göçmen gruplar açısından bakacak olursak hepsi de çoğunluk itibariyle eski ana dillerini ve kültürlerini unutma sürecindedir. Köylerde kısmen ve dar kapsamda eski ana diller hala konuşulmakta ise de, hem köylerde hem de şehirlerde Türkçe asıl iletişim aracı olarak egemen durumdadır.
Bu durumda zaten bazı istisnalar dışında Türk devleti ve toplumuna entegre olmuş ve asla tehdit oluşturmayan bu grupların kendi eski kültürlerini özgün bir miras olarak sürdürmelerinde bir sakınca olmamalıdır. Elbette bu etkinliklerin amaç ve hedefi açık olmalıdır. Devlet ve ulusun bütünlüğünü hedef alan yıkıcı faaliyetlere izin verilmesi beklenmemelidir.
Bu arada bazı kardeşlerimizin göçün üzerinden bir asır geçtikten sonra yeni nesillerin kendilerini yüzde yüz Türk bilmeleri de, işte bu sürecin doğal bir sonucudur. Tavsiyemiz, sadece yerel kaynaklardan ibaret dar kapsamlı bilgiler ise idare etmesinler. Başka kaynakları da araştırsınlar. Sonuçta kendileri hakkında kararı kendileri versinler.
Benim kişisel araştırmalarım sonucu halen objektif olduğunu iddia edemiyeceğim algılarıma göre; ne biz Pomaklar ve ne de dünyadaki diğer ulusların saflığından söz etmek, ancak saflıkla izah edilebilir. Evet bizim genetik formasyonumuz içinde önemli ölçüde Türk genetik kalıtımı mevcuttur. Ancak bunun gibi bir çok farklı genetik miras, 1396 yılında Bulgaristanın Osmanlı egemenliğine geçmesine kadar ki süre içinde belli bir formasyona ulaştıktan sonra Osmanlı yüzyılları esnasında yine ciddi bir değişime uğramıştır. 19. yüzyılda yaşanan isyan ve savaşlar ortamındaki tercihlerimiz nedeniyle bize Pomak tanımı verilmiştir.
Toplumlar devingendir. Pomak toplumu bugün Bulgaristan, Türkiye, Yunanistan, Makedonya, Arnavutluk ve Kosova devletlerinin sınırları içinde yaşamaya devam ederken yeni siyasal durumlar nedeniyle elbette yeni yeni etkiler almaktadır. Bu yüzden akademik çevrelerin çok iyi tanımladığı gibi Türkiyedeki Pomaklar açısından Türkleşme olgusu söz konusudur. Bu nedenle Türkiyedeki Pomakların Türkleşmiş olması gerçeği kimseyi şaşırtmamalıdır.
Bu nedenle amacımız parçalanmış toplumumuz arasındaki kültürel bağları yeniden kurmak ve son kalan kültürel mirasımızı gelecek nesillerimize devredebilmektir.