Author Topic: Balkan Göçmenleri ve Türkiye’deki Siyasi Seçimler  (Read 7461 times)

0 Members and 1 Guest are viewing this topic.

Offline Тоска

  • Charter member
  • *****
  • Posts: 2348
  • Gender: Male
  • % 100 + POMAK
Balkan göçmenleri, seçimlerde tercihlerini genellikle‘kendilerini Türkiye’ye kavuşturan’ siyasi lider veya parti lehinde yapmaktadırlar.
Türkiye, İmparatorluk mirasının halefi ve Türk Dünyası’nın en önemli merkezi olma gibi özellikleriyle farklı gerekçeler ve periyotlarda sistematik olarak ‘göç alan bir ülke’ statüsünde olmuştur. Bu statünün parametrelerini ise, Balkanlar’dan Anadolu’ya yönelik gerçekleşen ters istikametli göçler oluşturmaktadır.   

Tarihsel Perspektiften Göç Demografisi

 Balkan Yarımadası’ndan Türkiye’ye doğru 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından, 20. yüzyılın da neredeyse bütününü kapsayacak şekilde, Evlâd-ı Fatihânlar ile ‘kardeş-akraba topluluk’ olarak değerlendirilen Müslüman grupların göç dalgası yaşanmıştır. Göçlerde, Türk-Müslüman gruplara tarihsel husumetler, demografik dengeler, ulus kimlik oluşumları ve benzeri nedenlerle baskı, zulüm ve asimilasyon politikalarının izlenmesi, katliamların uygulanması etkili olmuştur. Balkan Türkleri sadece Osmanlı Devleti döneminde değil, 1923 sonrası süreçte de ‘ulusal azınlık’ statüsünde bulundukları topraklardan hukukî ve manevi açıdan ‘ana devletleri’ olan Türkiye’ye göç etmişlerdir. Diğer taraftan, ulus-devlet anlayışıyla tesis edilen Cumhuriyet Türkiye’si, etnik anlamda Türk olmamalarına rağmen, dinî kimlikleri nedeniyle bölgede Türklerle aynı sıkıntıları yaşayan Arnavut ve Boşnaklara da kapısını açık tutmuştur. Bu gruplar da İmparatorluk mirası ve akrabalık bağları nedeniyle Türkiye’yi sığınılabilecek bir ülke olarak görmüşlerdir. Bu perspektiften şeklen bakıldığında, Balkan Türkleri açısından Türkiye, hemşerileri olan M. Kemal Atatürk’ün kurduğu ‘ana devlet’ olarak görülürken; Arnavut ve Boşnaklar için ‘sığınılabilecek bir ülke’ olmuştur. Şekil açısından durum böyle olsa da; Arnavutlar ile Boşnaklar da Türk vatandaşlığına alınmışlar ve Balkan Türklerinden farklı bir muameleye tabi tutulmamışlardır.

İstatistiksel veriler anlamında gerçekleşen göçler değerlendirildiğinde, Balkanlar’dan Anadolu’ya yönelik gerçekleşen göçlerin kesintiye uğramadan devam ettiği ve bunların sayısal anlamda makro ölçekli olduğu görülmektedir. Cumhuriyet öncesi dönemde yaşanan göçlere dair kesin veriler elde edilemese de; McCarthy’e göre, 93 Harbi 1.253.500 kişiyi muhacir durumuna düşürmüştür.[1] Balkan Savaşları sonrasında ise, 24 Mart 1918 tarihli Meclis-i Ayan toplantısında dönemin Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyyesi Müdürü Hamdi Bey, II. Meşrutiyet’ten ve bilhassa Balkan Harbi’nden sonra Osmanlı topraklarına göç eden muhacirlerin sayısını 450.000 olarak tespit ettiklerini belirtmiştir.[2] Milli Mücadele döneminde, Balkanlar’dan Anadolu’ya göçler kısmen kesintiye uğrarken; göç edenler daha ziyade Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’nda gönüllü olarak yer almak için kayıt dışı yollarla gelmişlerdir.       
 
Cumhuriyet döneminde yaşanan Balkan göçlerinde ise, sayısal verilerin milyonlarla ifade edildiği görülmektedir. 1923-2005 yılları arasında, Bulgaristan’dan 1951 Göçü, 1968 Göç Anlaşmasıyla gelenler ve 1989 Zorunlu Göçü de dâhil olmak üzere, 844.438 kişi Türkiye’ye yasal olarak göç etmiştir. Aynı dönemde, Yugoslavya topraklarından 308.336 kişi, Romanya’dan 126.028 kişi göç ederken; Yunanistan ölçeğinde bu sayı, 409.830 olarak gerçekleşmiştir.[3] Bu noktada ifade etmek gerekir ki; belirtilen rakamlara Balkanlar’dan Anadolu’ya yönelik aynı gerekçelerle gerçekleşen ‘gizli göçler’ dâhil değildir. Bu gizli göçlerde en yaygın geliş biçimi, turist vizesi ile Türkiye gelip, vize süresi bittiğinde ülkesine geri dönmemek olmaktadır.[4]

1878 yılından günümüze gelinen süreçte Balkanlar’dan 2,5 milyonun üzerinde bir nüfus kitlesinin Türkiye topraklarına yönelik göç hareketine katıldığı görülmektedir. Söz konusu sayısal veri, bireyin doğrudan kendi göç fonksiyonunu ifade etmekte olup, Türkiye’ye göç ettikten sonra ailesine katılan çocukları ve hatta onların da çocuklarını kapsamamaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’deki Balkan kökenlilerin sayısına ilişkin net bir rakam ileri sürmek son derece güçtür. Ancak, 19. yüzyıldan günümüze kadar bölgeden Türkiye’ye yönelik gerçekleşen nüfus hareketliliği sonucunda, Türkiye nüfusunun beşte birinin, bizzat kendisinin ya da anne veya baba tarafından ‘Balkan kökenli’ olduğu tahmin edilmektedir.[5] Bunun sayısal ifadesi, minimum 15 milyona ulaşmaktaysa da kanaatimizce 15-20 milyon arasında gezinen bir nüfus kitlesinden bahsetmek mümkündür. Görüldüğü üzere, Türkiye’deki Balkan kökenli nüfus, ülkedeki genel nüfus içerisinde göz ardı edilemeyecek stratejik bir yere sahiptir.

Balkan Göçmenlerinin Genel Özellikleri

 Türkiye’deki Balkan göçmenlerinin nüfus yapısı homojen özellikler göstermemektedir. Ayrıca Cumhuriyet döneminde gelen nüfus kitlesi, geldikleri ülke itibariyle de etnik kimlik anlamında da değişkenlik göstermektedir. Ülke farklılığı esas alındığında, Balkanlar’da Türk ve Müslüman’ın yaşadığı her ülkeden kitlesel göçlerin yaşandığı görülür. Etnik köken açısından ise, Balkanlar’daki Türk ve Müslüman algılamasının farkı ortaya çıkmaktadır. Bölgenin Hıristiyan gruplarında, Müslüman olan herkesin Türk olduğu şeklinde tarihsel bir kanaat yaygındır. Öyle ki, bu kanaatin en somut örneği, yakın geçmişte Yugoslavya’nın dağılması sürecinde Bosna Hersek’te Sırpların Boşnaklara yönelik saldırılarında yaşanmıştır.

Osmanlı Devleti’nin din eksenli yönetim anlayışı temelinde, Cumhuriyet öncesi dönemdeki göçlerde sadece Türklerin değil; etnik kimlik bağlamında Türk olmayıp Müslüman olan grupların varlığı da mevcuttu. Ancak Cumhuriyet döneminde genel eğilim, Balkan Türklerinin Anadolu’ya göçlerini teşvik etmek olmuştur. Türkiye’nin kriz dönemleri dışında bölgede Türk ve Müslümanların yaşadığı ülkelerle rutin göç anlaşmaları imzalaması stratejik çıkarları açısından tezatlık içerse de; Anadolu’da homojen bir Türk kimliği yaratılması ve ulus-devlet yapısının güçlendirilmesi bağlamında Balkanlar’da son iki yüzyıldır yaşananların da etkisiyle milli şuurları üst seviyede olan Balkan Türklerinin göçlerine sıcak bakılmıştır. Bu açıdan Balkan Türkleri, 14. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’nin İskân Politikası’yla Balkanlar’ı Türkleştiren; İmparatorluğun dağılmasıyla yaşanan geri göçlerde ise, Anadolu’daki milli kimliğin güçlenmesini sağlayan önemli bir vektör olmuştur. Özetle, Cumhuriyet’in kurucusu M. Kemal hemşerilerinin göçünü desteklemiş ve bu, zamanla devlet politikası haline gelmiştir.

Cumhuriyet döneminde, Balkanlar’dan Anadolu’ya gerçekleşen Türk göçlerinde, Türk olmayan gruplar da ‘Türk olduklarını ispat ederek’ göç faaliyetine iştirak etmişlerdir. Örneğin, 1952 yılında Tito Yugoslavya’sı ile Türkiye arasında imzalanan Serbest Göç Anlaşması’na istinaden Yugoslavya’daki Türklerin Türkiye’ye göçleri karara bağlanmış ve Türkiye’ye göç edecek olan soydaşların Türkçe bilmeleri ve Müslüman olmaları esas kabul edilmiştir. Bu kapsamda, Türkçe bilen çok sayıda Müslüman Arnavut da Türkiye’ye göç etmiştir. Ancak, bunların kesin sayısını saptamak güçtür. Söz konusu durum, o zamanlar önemsenmemiştir ancak yaklaşık 50 yıl önce ‘Türk ve Müslüman olduklarını’ ispat ederek Türkiye’ye gelen göçmenlerin 2000’li yıllarla birlikte ‘Müslüman olduklarını ancak Türk olmadıklarını’ yüksek sesle ifade etmeleri hayretle ve pişmanlıkla izlenmektedir. Öte yandan, etnik anlamda Türk olmasa da, Yugoslavya’dan göçlerle gelmiş olan ve Türk milletinin bir parçası olmaktan gurur duyan insanların da olduğunu belirtmek ve bu kapsamın dışında tutmak gerekir. Burada vurgulanmak istenen, 50 yıl önce Türk olduklarını ifade ederek Anadolu’ya gelmelerine rağmen 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’de Arnavut milliyetçiliği yapan grupların var olduğu, bu grupların faaliyetlerinin artarak devam ettiği ve güncel anlamda ülkemizde hedef tahtasına konulan Türk kimliğine karşı olumsuz yaklaşarak ‘Türkiyelilik’ söylemini destekledikleridir.

Bu tablo çerçevesinde, istisnalar ve kendi aralarındaki kısmî farklılıklar da saklı kalmak kaydıyla, Balkan göçmenlerinin her kesimin üzerinde fikir birliğine vardığı bir takım genel geçer vatandaşlık özellikleri bulunmaktadır. Türkiye’deki Balkan göçmenleri Türk Devleti’ne karşı yurttaşlık görevlerini tam ve eksiksiz yerine getirme eğiliminde olan, devletine ve milletine karşı ‘sorun yaratan’ değil; ‘sorumluluk’ bilinci içinde hareket eden bir nüfus kitlesidir. Bu kapsamda, vatanseverlik duygularının son derece yüksek, millî ve dinî hassasiyetlerinin makro düzeyde oldukları gözlemlenmektedir. Ülke meselelerine duyarlılık gösteren Balkan göçmenleri, kendilerini Türkiye’de sığıntı olarak değil, ülkenin gerçek sahipleri ve asli unsurları olarak görmektedirler.[6] Zira bu grup, Türk milletinin en doğal uzantısı ve hatta kendisidir. Türkiye’nin kurtarıcısının ve kurucusunun kendilerinden biri olmasıyla övünürler; Atatürk ilke ve inkılâplarına tamamen inanıp ve benimserler. Balkan göçmenlerinin önemli genel özelliklerinden bir diğeri de bireysel suç oranlarında az yer almaları ve örgütlü suç eylemlerine yabancı olmalarıdır.

Balkan göçmenlerinin göç sonrasında Türkiye’ye uyum sıkıntısı yaşamadıkları görülmüştür. Gerek Türk halkının gerek Türk devletinin göçmenleri ‘soydaş’ olarak kabul edip, sahiplenmesi kısa sürede tam entegrasyonu sağlamıştır. Bu doğrultuda, kendi ortamlarında Balkanlar’dan getirdikleri Türk kültürünü yaşatırlarken; çevrelerindeki yerli nüfusla sosyo-kültürel anlamda pozitif bir etkileşim halinde olmuşlardır. Dolayısıyla, bulundukları illerdeki kültürel yapıyı hem etkilemişler hem de yaşadıkları yerin kent kültüründen etkilenmişlerdir. Balkan kökenli olmalarını, kendilerini farklılaştıran bir unsur olarak görmemişler aksine ülkenin bir zenginliği olarak kabul etmişlerdir. “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” söylemini benimserler ve ülkede belirsiz güç odaklarınca toplumu Alevi-Sünni, Türk-Kürt gibi çeşitli nitelikteki gruplara ayırarak kutuplaştıran oyunlara da olumsuz bakarlar. Bu kapsamda, söz konusu kutuplaştırma eylemlerine ‘Anadolulu-Rumelili’ çatışması yaratarak yeni bir boyut kazandırmak isteyenlere de prim vermemektedirler.   

Balkan göçmenlerinin siyasi profilleri radikallikten ve fanatizmden uzak bir görüntü çizmektedir. Bu noktada merkez sağ ve merkez sol ekseninde politik tercihlerini yaparlar. Bölgesel kimlik üzerinden siyaset yapılmasına sıcak bakmadıkları gibi, hemşericilik fanatizmine de karşı bir duruş sergilemektedirler.

Balkan göçmenlerinin ‘Rumelili’ veya ‘Balkanlı’ kimlikleri dernekleşme faaliyetleriyle sınırlı kalmıştır. Bu kimlik üzerinden siyasallaşma/siyasi parti kurma eğiliminde olmamışlar, onun yerine düşünce ve taleplerini dernekleri vasıtasıyla mevcut siyasi partilere veya siyasiler içindeki Balkan kökenli hemşerilerine aktarma yolunu izlemişlerdir. Balkan göçmenlerinin Türkiye’deki dernek sayıları 200’ün üzerinde olmasına karşın dernekleşme konusunda gösterdikleri kimilerine göre başarı, ancak kanaatimizce başarısızlık olan bu ivmeyi, siyasette etkin olma konusunda tescil ettirememişlerdir. Dernek sayısındaki fazlalığın yarattığı bölünmüşlüğü federasyonlar ve konfederasyon oluşumuyla gidermek isteseler de bu bölünmüş yapıyı suistimal ederek kullanan siyasiler üzerinde etkin bir lobi gücü oluşturamamakta ve blok olarak hareket edebilme kabiliyetine sahip olamamaktadırlar. Dernekleşerek bölünme eğiliminde olan Balkan göçmenlerini birleştiren en önemli husus, ülkenin ve toplumun ilgilendiren makro konulardaki millî hassasiyetlerdir.

Balkan Göçmenlerinin Siyasi Eğilimleri

 Balkan göçmenlerinin siyasi anlamda önemli bir özelliği de Türkiye’ye göç ettikleri esnada ‘kendilerini Türkiye’ye kavuşturan’ hangi siyasi lider veya parti olmuşsa, Türk vatandaşlığını alıp seçimlerde oy kullanma hakkına sahip olduklarında siyasi tercihlerini genellikle o parti lehinde yapmaları olmuştur. 1950’li yıllarda Yugoslavya ve Bulgaristan göçlerindeki Demokrat Parti iktidarı ile 1989 yılında Bulgaristan’dan gerçekleşen zorunlu göç dönemindeki Anavatan Partisi (ANAP) iktidarı bu kapsamda örnek olarak gösterilebilir. Ne var ki, siyasilerin oy kaygısıyla hareket ederek bu noktada stratejik bir hata yaptıklarını belirtmek gerekir. Siyasi partiler Balkan göçmenlerini potansiyel oy deposu olarak görmüşler ve seçimden seçime hatırlar olmuşlardır. Hâlbuki Türkiye’nin Balkan göçmenleri üzerindeki planı, bölgeye yönelik uzun vadeli politikalar oluşturmak ve bunda göçmenlerin bilgi ve tecrübelerinden faydalanmak olmalıydı. Ancak siyasilerin koltuk hırsları, ülkenin makro çıkarlarının yerini almıştır.
 
Balkan göçmenlerinin eğitim düzeyleri, orta ve üst seviye olarak ifade edilebilecek bir göstergededir. Bu durum, siyasi yönelimlerinde popülist söylemlere rağbet etmemelerine yol açmaktadır. Ne var ki, politik gelişmelere ilgi gösteren ve sorgulayan bu nüfus kitlesinin karar alma mekanizmalarında, demografik değerleri oranında bilfiil yer almamaları en büyük handikaplarıdır.

Trakya, İzmir ve Bursa Örnekleri

 Türkiye’ye Balkanlar’dan gelen göçmenler Batı Anadolu ağırlıklı olmak üzere, ülkenin hemen hemen tamamına yerleşmişlerdir. Batı Anadolu’da nüfus yığılmasını önlemek amacıyla, ülkenin orta ve doğu kesimlerinde iskânı teşvik edici politikalar izlense de Balkan göçmenlerinin genel tercihi Batı’daki iller olmuştur. Kanaatimizce Balkanlar’dan gelen göçmenlerin ekseriyetle ülkenin doğu ve güneydoğu bölgelerinde zorunlu iskâna tabi tutulması, günümüzde demografik anlamda bölgesel bir tehdidin ortaya çıkmasını engelleyebilirdi. Ancak Ankara, bu konuda ısrarcı olmamış, o bölgelere göç etmesi muhtemel olanları teşvik etmiştir. Batı Anadolu’da Balkan göçmenlerinin yoğun olarak yerleştiği iller Bursa, İzmir, İstanbul, Kocaeli, Balıkesir, Çanakkale ve Manisa olurken; Batı Anadolu dışında Samsun ve Adana’da da Balkan göçmenlerinin varlığı görülmektedir.

Trakya
 
 Yoğun bir şekilde göç alan Trakya bölgesindeki Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli ise coğrafi anlamda kendiliğinden Balkan topraklarında bulunduğundan, yerli nüfusun da Balkanlar’dan gerçekleşen göçler gibi temelden Balkan kökenli oldukları ileri sürülebilir. Diğer bir deyişle, Türkiye Trakya’sı, demografik durumundan kent-bölge kültürüne kadar pek çok açıdan ‘Balkan’ ruhunu taşıyan bir bölgedir.   

Trakya bölgesindeki nüfusun Türkiye’de seçimlerdeki politik tercihlerine bakıldığında, hâlihazırda TBMM’de yer alan üç büyük siyasi partinin bölgedeki rekabetine tanıklık edilmektedir. Son 10 yıllık dönemdeki seçimlerde Trakyalı seçmenin ulusalcı-milliyetçi çizgide siyaset yapan partilere çok daha yakın oldukları; 2002 yılından itibaren iktidarı elinde bulunduran Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) uzak durdukları açıkça görülmüştür.[8] Söz konusu durum, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumda daha somut bir şekilde kendisini göstermiştir. Trakyalıların ulusalcı-milliyetçi duruşunun ileriki dönemlerde de devam edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Zira Trakya’nın özelliği, Türkiye’nin önemli sanayi ve tarım bölgelerinden birisini oluşturması ve 130 yılı aşkın bir süredir Balkanlar’dan göç almasıdır. Dolayısıyla, söz konusu durum Trakyalı insanları üretim ilişkileri açısından sol kesime; etnik ve dini kimlikleri nedeniyle ve tarihsel süreç içerisinde yaşadıkları trajediler ise milliyetçi-muhafazakâr kanada eğilim göstermelerine neden olmaktadır. Özetle, Trakya’nın üç ilini ulusalcı-milliyetçi görüşe mensup siyasi partilerin kalesi olarak değerlendirmek mümkündür. Asıl mesele, bu eksende siyaset yapan partilerden hangisinin seçimi önde bitireceğidir. Son 10 yıllık dönemde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) önde olmuşsa da; Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) de ciddi bir tabanın olduğu görülmektedir.

 İzmir
 
İzmir de Balkan göçmenlerinin yoğun olarak yaşadığı kentlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca nüfusu açısından Türkiye’nin en büyük 3. yerleşim yeri olması nedeniyle, seçim dengelerinde stratejik değeri yüksektir. İzmir, Balkanlar’dan gerçekleşen hemen hemen bütün göç dalgalarından payına düşeni fazlasıyla almış ve kent zamanla kısmen de olsa bir Balkan kenti görüntüsünü almıştır. Yunanistan ve Bulgaristan’dan alınan göçlerin kent nüfusuna etkisi yüksektir. Hâlihazırda İzmir’de 1 milyon 800 bin Balkan kökenli vatandaşın yaşadığına ilişkin sayısal değerler, kentteki bazı Rumeli derneklerince telaffuz edilmektedir.[9]

Kentteki Balkan kökenli seçmenin politik seçimi kadar, ‘İzmirlilik’ kimliği de seçim sonuçlarını etkilemektedir. İzmir tarihsel anlamda Yunan işgaline maruz kalan ve işgali en uzun süreyle yaşamış olan Türk kentidir. ‘Güzel İzmir’ Yunanlılar şehirden çekilirken çıkan yangından enkaza dönerken; daha sonra küllerinden yeni doğmuş, hatta İzmir’in yeniden inşası konusunda sağlanacak başarı Cumhuriyet’in başarısıyla eşdeğer tutulmuştur. Bu açıdan, kent Cumhuriyet Türkiyesi’nin en önemli şehirlerinden olmuştur. Öte yandan, İzmir’de Meşrutiyet’in ilan edilme sürecindeki hareket merkezi/ana üssü olan ve Osmanlı İmparatorluğu’nda aydınlanma fikirlerinin merkezi durumunda bulunan Selanik ruhundan da bahsetmek mümkündür. II. Meşrutiyet’i ilan ettiren İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik, Manastır ve Edirne’nin yanında en kuvvetli bulunduğu yerlerden biri olan İzmir,[10] daha sonra Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ile Cumhuriyet’in ilanında etkili olan aynı kadroların etkin nüfuz sahasında yer almıştır. Bu genel konjonktür çerçevesinde, İzmirlilerin seçmen davranışları ve politik eğilimleri ulusalcı-milliyetçi çizgide olmuştur. Önümüzdeki dönemde de İzmir’in statik hale gelen bu görüntüsünü muhafaza edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır.     

12 Eylül 2010 tarihinde Anayasa değişikliğiyle ilgili referandumda, ulusalcı-milliyetçi siyasi görüşe mensup partilerin ‘hayır’ kampanyasına Balkan göçmenlerinin yoğun olarak yaşadığı illerden destek görülmüştür. Hatta bu doğrultuda, iktidar partisine güven duymayan ve Cumhuriyet, milli değerler ile Atatürk ilkelerine bağlılık konusunda büyük bir hassasiyet taşıyan Balkan göçmeni Türkler, ‘yandaş medya’ olarak da nitelendirilen gruplarca ‘kıyı milliyetçiliği’ yaptıklarından, aslında Türk olmadıklarına kadar bir dizi suçlamalara ve karalama kampanyalarına maruz bırakılmışlardır.[11] Bu durum, son derece tehlikeli bir oyunun varlığını işaret eder niteliktedir.   

Bursa
 
 
 Balkan göçmenlerinin yoğun olarak yaşadığı yerlerden biri olarak Bursa’da ise, seçim sonuçları göçmen nüfusun yaşadığı diğer illere tezat bir görüntü çizmektedir. Bursa 1878 yılından itibaren başta Balkanlar olmak üzere, Kafkasya’dan ve Türkiye’nin diğer illerinden göç alan bir kenttir. Bu özelliği nedeniyle, şehre ‘yeşil Bursa’ ifadesinin yanı sıra, zaman zaman ‘göçmen Bursa’ denildiği de görülmüştür. Bu kapsamda, Balkan göçmeni nüfusun kent nüfusuna oranı yüzde 65 olarak ifade edilmektedir.[12]

Bursa’da demografik anlamda çoğunluğa sahip olan Balkan göçmenlerinin, politik davranışları genel anlamda Trakya ve İzmir’deki hemşerilerinin tercihlerine paralel görüntü çizmemektedir. Örneğin, Balkan göçmeni nüfusun yoğun olarak yaşadığı diğer illerde, referandumda ‘hayır’ yönünde oy kullanılırken; Bursa’da yüzde 56 oranında ‘evet’ denmiştir. 2007’deki parlamento seçimlerinde AKP 10 milletvekili çıkarmış; buna karşılık CHP ve MHP 3’er milletvekiliyle yetinmişlerdir. 2009 yerel seçimlerinde de kent genelindeki tablo, iktidar partisinin lehinde olmuştur.

Bursa Balkanlar’ın hemen her yerinden göç alsa da göçmen nüfus içerisinde Bulgaristan ve Yunanistan’dan gelenler sayıca fazladır. Bununla birlikte, Bursa’daki Balkan göçmenlerinin içinde Yugoslavya’dan gelenlerin de göz ardı edilemeyecek sayıda olduğunu ve bunların içinde Türk olmayan unsurların da bulunduğunu belirtmek gerekir. Aynı ülkeden gelen göçmenlerin bile farklı dönemlerde geldikleri göz önünde bulundurulduğunda, bunun politik eğilimlerde farklılıklar yaratmasını doğal karşılamak gerekir. Her gelen göçmen kitlesinin, geldikleri dönemdeki iktidar partisine ilgi duymaları Bursa’daki Bulgaristan göçmenlerinde daha net bir şekilde görülmektedir. Örneğin, Bursa’da 1950-51 göçüyle gelen Bulgaristan göçmenlerinin geldikleri yıllarda Demokrat Parti’ye yakın olmuşken; ardından sırasıyla Adalet Partisi, ANAP ve en son AKP’ye biraz daha yakın durdukları genellemesinde bulunulabilir. 1968 Göç Anlaşması’yla Bursa’ya gelen soydaşlar ise özellikle 1970’li yıllarda Ecevit iktidarı ve Kıbrıs müdahalesiyle sol bir seçmen profili çizmişler, bu geleneği de güncel anlamda CHP ekseninde sürdürmüşlerdir. 1989 yılında gelen göçmenler ise öncelikle Turgut Özal ve Mesut Yılmaz’ın göç sürecindeki etkin girişimleriyle 1990’lı yıllarda ANAP’a yönelik eğilim gösterirlerken; 1999 seçimlerinde DSP, MHP, ANAP, DYP ekseninde bölünmüşlerdir. Ne var ki, 2000’li yıllarda yapılan seçimlerde 1989 göçmenlerinde ulusalcı-milliyetçi görüşün daha baskın olduğu görülmüş; bu kapsamda MHP ve CHP ön plana çıkmıştır.

Bursa’daki Batı Trakya göçmenlerinde, AKP’nin ve MHP’nin son 10 yıllık periyotta daha belirgin bir şekilde ortaya çıktıkları gözlemlenirken; Kosova ve Makedonya’dan göç eden nüfus kitlesinde ise, üç büyük parti de kendisine taban bulabilmektedir. Ancak Yugoslavya’dan göç eden Arnavut kökenli vatandaşlar nezdinde genel anlamda AKP’nin daha fazla taraftar bulduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Balkan göçmenlerinin siyasi tercihleri bir takım genellemeler dâhilinde aktarılmış olsa da; istisnaların mevcut olduğunu ve şu anda parlamentoda grubu bulunmayan diğer partilere de eğilim gösteren çok sayıda Balkan göçmeninin bulunduğunu ifade etmek gerekir.

Parlamento seçimlerinde Balkan göçmenleri Bursa’daki listelerde nüfusları oranında temsil edilmemektedirler. Bu noktada, siyasi partiler Balkan göçmenlerinin siyasi tercihlerindeki çeşitlilikten faydalanmaktadırlar. Öte yandan, böylesi bir tablonun oluşmasında Balkan göçmenlerinin ‘siyasetten anlayan ancak partilerin karar alma mekanizmalarına iştirak etmeyen’ bir yapıya sahip olmalarının da önemli bir etkisi vardır. Bursa’daki genel seçim tablosu böyle iken, yerel seçimlerde durum farklıdır. Siyasi partiler göçmen oylarını kendilerine çekebilmek için Balkanlı adayları özellikle vitrine çıkarmaktadırlar. Bu kapsamda, merkez 3 ilçe ve Büyükşehir’de göçmenler 4’te 3 yapmışlardır.  Hatta Yıldırım’daki soydaş oylarının bölünmesi gibi bir durumla karşı karşıya kalınmasaydı; MHP’li göçmen adayın kazanmasıyla yüzde 100 başarı elde edilebilirdi.

Bursa’daki kentlilik bilincinin yüksek olması ve farklı faktörlerle kentin dokusuna sinmiş olan geleneksel muhafazakâr yapı, siyasi seçimlerde merkez sağ partilerine yönelik eğilimin daha fazla olmasına neden olmaktadır. Bursa’daki Balkan göçmenleri de Bursa’ya yaptıkları katkıların yanı sıra, kentin bu dokusundan etkilenmişlerdir. Ancak, Bursa’daki Balkan kökenli nüfusun da diğer illerde yaşayan soydaş hemşerileriyle makro konularda aynı hassasiyeti taşıdıklarını belirtmek gerekir.

Öte yandan, gerek Bursa’daki Balkan göçmenlerinin gerek diğer illerde yaşayan Balkan kökenli nüfusun temel sıkıntısı, ülkenin tamamına yönelik siyaset yapan, Balkanlı kimliğini özümsemiş ve camialarının somut örneği olabilecek karizmatik bir lidere sahip olamamalarıdır. Bu kapsamda, Balkan Türkleri, Cumhuriyet’in kuruluşundaki kadronun ezici çoğunluğunu oluşturmuşlar ve yakın geçmişe kadar devletin stratejik karar alma mekanizmalarında söz sahibi olmuşlarsa da; güncel anlamda bu eski günlerine özlem duymaktadırlar. Atatürk temasına Balkan göçmenlerinin gösterdiği aşırı hassasiyette kısmen de olsa söz konusu durumun da etkisi vardır.

Kader Özlem