Author Topic: Makedonya Eşkiyalık Tarihi Ve Son Osmanlı Yönetimi  (Read 11465 times)

0 Members and 1 Guest are viewing this topic.

Offline nazan

  • Member
  • **
  • Posts: 7
  • Gender: Female
Tahsin Uzer'in Anıları
BİRİNCİ KISIM / BEŞİNCİ BÖLÜM
ÇİÇ NAHİYE MÜDÜRLÜĞÜM
Sf: 36-41

Çiç'e gitmeye beni sevk eden olay
Devlet memuriyeti bana pek ağır geldi. hele destek ve teşvike ve hatta aferine bir mektep çocuğu kadar hasret ve muhtaç olduğum bir yaş ve zamanda, aksine, her gün tekdir ve zorluk görüşüm, iyi yaptığıma inanmış olduğum hususlarda da, emirlerimin livadaki alçaklar tarafından fena karşılanması, beni manen yıktı. Hastalığım, zaafım devam ediyordu. Halkın masuniyet-i can ve malına ait teşşebbüsatım hoşa gitmedi. Çiç'e becaiş oldum.
Bu üzüntü ve kırgınlık içinde Çiç'e gitmek istemiyordum. Nihayet bir olay beni gitmeye sevk etti. Halefim "Lutfullah Efendi" gelmişti. Haziranın birinci günü hava birden karardı. Şiddetli dolu ve yağmur başladı, sonrada sel geldi. Nahiyenin dörtte birini tahrip etti, yıktı. Güzel Pürsıçan kasabası enkaz haline geldi. Maddi zarar 100.000 lirayı geçmişti. Halk perişan ve üzüntüye büründü. Kendi oturduğum evin bir kısmı da gitti. Giden kısımda sakladığım (Murat Bey'in altı cilt tarihi), iki mahalle uzaktaki Tarhanacı Mehmet Efendi tarafından bulunmuş, sırsıklam bana iade edilmişti.
Bu vaziyette, Pürsıçan'da daha fazla kalamazdım. Drama'ya gittim. Agâh Bey'in, Mutasarrıf Vekili Rasim Efendi'nin nasihatları üzerine, Çiç'e gitmeye karar verdim.

Çiç'e gidişim
Bük istasyonuna çıktım,orada beni çok fena bir sıtma tuttu.O akşam Jandarma Mahmut ile Karacaköy'e gittik,karanlık bir ahırda kaldık.Mahmut sürekli olarak hikaye anlatıyordu.Köy ağalarının " hoşgeldin " diye ziyaretine,benim nam ve hesabıma,canı sıkılıyordu,kızıyordu.
Sabahın erken saatlerinde,Karacaköy'den hareket ederek,dağları yaya tırmanarak,nahiye merkezi olan Bülyan Köyü'ne geldik.Bülyan 70 hanelik,bir karyedir,dağ kovuğuna benzer,oturulmaz bir yerdir.300 nüfustan ibaret olan köy halkı Pomak olup,Bulgarca konuşur.Pek iptidai bir halde idiler.Hükümet dairesi,Pürsıçan'ın tilki yuvasından bir parça iyi ise de selefim irad almak için,altındaki iki odalık kısmı,Kıpti demircilere kiralandığından,kömür kokusu,kürek ve çekiç gürültüsünden,oturmak kabil değildi.Bahusus eski  bir mezarlık dahilinde bulunan, bu üç beş odalı virane,imamlara konut olmak,teneşir ve tabutları muhafaza etmek için yapılmış.Netekim alt katta iki tabut bir teneşir hala duruyordu.Ben bu vaziyetten hiç memnun değildim.Geceleri mezarlık içinde uyumak ve yattığım odanın altında tabutların bulunduğunu düşünmek,her hal ü kardâ,Büyükdere'de deniz kenarında,güzel bir odada oturmağa hiç benzemezdi.

Müdür Odasının Hali ve Memur Kadrosu
Yukarıda hükümet binasının mevki ve durumuna değindikten sonra, şimdi memur odasını anlatmak isterim. Müdür odası, tıpkı Pürsıçan'ın eski odasına müşabil; perde ve mefruşat namına bir şey yok. Fazla olarak, döşeme tahtalarının aralığı 3cm'den aşağı değildi. Köy sakin, ses seda yok.
Tahrirat kâtibi, meşhur Selami Efendi, Zabıta Memuru Mustafa Onbaşı, iki de jandarma. İşte hükümet heyeti bu.

Nahiye'nin Durumu
Nahiye ise beş altı bin nüfuslu ve yirmi iki köyden ibaret. İstasyonu "Bük" köyü. Nahiye müdürlerinden, kâtiplerden, karakol kumandanlarından, mevcut ceza halleri görülenlerin, Çiç'e memur edildiğini Kâtip "Ali Efendi" söyledi. Ali Efendi, feleğin çemberinden geçmiş, 55 yaşlarında hoşça bir zat. "Mustafa Onbaşı" başına bir boyun atkısı sarmış, sigarasını tüttürür vaziyette geldi. Nahiye'nin durumu hakkında izahat verirken, sürekli olarak halka söğüp sayıyor, atıp tutuyordu. Ali Efendi cevap verdi, halkı müdaafa etti.
Bu iki kaşarlanmış Nahiye rüknü, beni çocuk gördüklerinden, bana aldırmıyorlardı. Müdür odasında, uzun, otsuz bir ot minder, amelenin fabrikalarda yemek masalarında oturdukları uzunca bir kerevetten başka bir şey yoktu. Onbaşı, konuşmalar esnasında bu kerevetin çok ucuna oturmuş olmalı ki, bir aralık yuvarlandı. Kerevet kafasına çarparak cezasını verdi.

Selefim Lütfullah Efendi
Selefim Köprülü Lütfullah Efendi, tam 15 sene kalmış, zavallı biçare o sırada köy imam ve ağaları; kendisine hoş âmedî vazifelerini ifa ettikleri gibi, İmam "Mahmut Efendi (takma adıyla gâvur imam)" de bakır tepsi içinde yoğurt, yumurta, bir parça mısır ekmeği ve bal getirdi. Karnım acıkmış olduğundan pek güzel yedim. Güneş, odanın içinde insanın beynini oyuyordu. Perde yok. Biz, güneşin istikametine göre odanın bir köşesinden, diğer köşesine naklediyorduk. Demirci de muttasıl örsünü işletiyordu.

Köylere Yaptığım İlk Gezimİlk işim bunları çıkarmak idi. Aksiliğe bak ki, beş nüfusluk ailenin tümünün çiçek hastalığına tutulduklarını ve altındaki ahırda yattıklarını anladım. Çiçek sari bir hastalık..
"Ya Rabbi burası hükümet mi? Çingene çergisi mi? Yoksa hastane mi?" diye feryad ettim.
Çiç'te kalamayacağıma ve ne yapıp yapıp Avrupa'ya firara teşebbüse tekrar karar verdim. Hastalığım artıyordu. Aşağıdan fazla kan gelmeye başladı.

Köy İmamlarının Kişiliği
O akşam tahrirat kâtibi, biraz rakı tedarik ederek geldi. Konuşarak içtik. Kâtip durmadan Çiç'in güzel köylerinden, ormanlarından ve sularından bahsediyordu. Nihayet köylere çıkmaya karar verdik.
Her ikimiz semerli, yemsiz iki katıra bindik, bir de zabıta aldık. birinci kol denilen "Faton" kısmını gezmeye çıktık. Çiç halkı yüzde yetmiş Bulgarca konuşur, Pomaktır. Pek fakir, pek ezilmiş bir halk topluluğu. Bu nahiyede gözüme çarpan cihet, köy imamlarının zengin ve nüfus sahibi olmalarıdır. Çiç'in her köyünde imam, mutlaka bir şahsiyet, hatta imamlar arasında ağa olanlarda var. Meselâ, "Leştan" Köyü İmamı "Adil Ağa", resen imam olmuş bir vekil tutmuş. Kendisi tütün komisyoncusu, zulmeden bir zat.

Köylerde Okul Durumu ve Softa Muallim Müsveddeleri
Köylerde cami köşelerinde, mekteb denilen, bir hücre var. Mualimler, imam muavini ve aynı zamanda, çocuklara Bulgarca konuşmak şartıyla Kur'an okutuyorlar. Beş vakit namaz kıldıran, hep bu "Feraceli" muallim müsveddeleri idi. "Karaca Ali" o zaman Edirne vilâyetine bağlı Bulgaristan sınırında bir kaza idi. Askerden kaçmak için vaktiyle merkez kazada ve çeşitli köylerde pek çok medreseler yapmışlar. İşte bu kazadan hocadan başka herşeye benzeyen, dilenci kabilinden softalar çıkar. Bütün o havaliyi çekirge gibi istilâ ederlerdi. "Kırcalı" demekle, sarıklı dilenci demek arasında fark yoktu. Bunların bir kısmı da seyyardı. Köylere giderler, yalan yanlış, biraz Kur'an, bir kaç sure veyahut ilahi okurlar, Köroğlu, Pilevne, Küçük Hasan destanlarını, Yunan savaşında çıkan destanları ve buna benzer şarkılarını söylerler ve paralarını alıp diğer köylere giderler.
İşte Kırca Ali kazasına yakın olan Çiç nahiyesinde, zalim ve dişli imamların, mutlaka bir "Kırcalı" çömezleri olduğu gibi, bazı ağaların hususî hoca ve kâtipleri de bunlardandı. Çiç'te yüzde bir nisbetinde, okur yazar kimse olmadığı gibi esasen hiç bir mektep de yoktu. Her köyde imam ve bir iki ağa bulunur, köyü yakar, yıkar, herşeyi yapardı.
Din bilgisi ve ahlak görüşü müthişti. Bundan dolayı frengi pek acı şekilde gençlere bulaşmıştı. Köy imamları hariç bu nahiyede, servet ve nüfus sahibi olanların, nasıl bu duruma geliş sebeplerini inceledim. Redif kumandan ve subaylarının yani, (ahz-ı asker memurlarının) yegâne irtikâp vasıtası ve dayanağı imamlardı. Birini askerden kurtarmak mutlaka imamın iktidarında idi. O zamanlar Yemen'e, Arabistan'a, Dersim'e, Arnavutluk'a sık sık sevkıyat yapıldığından ve bundan dolayı ara sıra redif taburlarını silâh altına almak, âdet olduğundan, zavallı halk Yemen'e yani, ölüme gitmemek için, herşeyini fedaya hazırdı. İşte bu durum ve koşullar dahilinde, dünyanın en biçare bu mahlûkatı, manen ve maddeten imamlara bağlı kalmış bulunuyorlardı. Meselâ :
"İmam köyde, sokakta gezerken, ona ta uzaktan ayağa kalkıp saygı duruşunda bulunmayacak, onun istediği bir angaryayı yapmayacak, istediği şeyi, hayvanı, parayı, hatta mukaddesatından bir şeyini vermeyecek kabadayı çıkamazdı. Çünkü derhal asker bakayâsı, kur'a belâsı başına yıkılıverir ve istenilen şey er geç mutlaka yine alınırdı. Bu bakımdan, imamların zulmüne set çekecek, ne hükümette hareket ve şefkat, ne de halkta fikir, teşebbüs, marifet var."
İmamların elinde askerlik gibi, köylülerce hayat ve memat meselesi kadar önemli bir vasıta olduğu gibi, bir yıllık alın teri çalışması karşılığı olan tütünleririn, iyi fiyatla satılıp satılamaması da, bu sarıklı katillerin iktidar ve inhisarında idi. Sonra yalancı şahit bularak mahkemelerde sürüklemek, hatta mehil, talik davaları meydana atıp, (karısı güzel ve zengin ise) ayırtmak; Çiç'te olagelen adi hususattandı.
Bunları yapanlar hep imamlar ve imamların kafasında ve fikrinde olan ağalardı. Çiç imamları şehre, yani Drama'ya gideceklerini bir iki gün ewel ilan ederler, köylünün çoğunluğu, kadın ve erkek, imamın kâşanesine taşınmaya başlarlar. "Kadı'ya", "ceza reisi"ne, "tabur ağası"na dilekçeler yazılır, şehadetnâmeler yapılır, kimi Yemen'de veya Arabistan'da bulunan oğlunun veya kocasının muinsiz düştüğünden (ewelki ahz-i asker kanunu, bir takım akrabayı muin vererek asker ederdi. İşte imam bu muinleri ya muini nakl-i hane ettirir veyahut vefat etti der, birşeye benzetirdi.) Terhisini ister, kimi, kızı Ayşe'nin eski kocasından verilen nafakasını talep eder, kimi yeni evlenecek oğluna veya kızına şeriye mahkemesinden izinnâme çıkarılmasını, kimi tabur ağasını görüp damadının jandarma yazılmasını rica eder.
İşte köy imamı efendi böyle yüzlerce işleri, ve herşeyin üstünde en önemlisi olan parayı ve hediyeleri alarak ve törenle uğurlanarak gider.
Bir hafta sonra, yeni cübbesiyle büyük karşılama merasimiyle köye dahil olur. İlk ewel erkekler hoş geldinde bulunur. İmam yüksekten atar; Avrupa, Amerika ve Osmanlı Devleti hakkında siyasî önemli havadisler verir. Ayrıca mutasarrıf paşa'yı , kadıyı nerede gördüğünü, özellikle, tabur ve bölük ağalarıyla nasıl görüştüğünü, eşrafı ziyaretini, şehirdeki benzeri işleri anlatır. Sonra kadınlar huzura giderler. Kendi hacetlerinden malûmat alırlar. Aldıkları bilgi ise : Az verildiğinden, çok istenildiğinden, olacağından, biteceğinden ibaretti. İhtimal ki, bazı namuslu memurların hiç haberi yokken, imamlar onlar adına bu yalanları söyler, sahtekârlık ederlerdi.
Affedilmez kusurlarının yanı sıra, Çiç imamlarının onda sekizi içki ve sefâhata düşkün ve ayrıca ırs ve namus düşmanı idiler. Bu kötü davranışlar yalnızca Çiç'e ait olmayıp Serez, Drama, Gümülcüne, Dedeağaç livalarında ve Rumeli'nin Arnavutluk hariç, bir çok yerlerinde korkunç ve rezilane bir şekilde devam edegeldiğini haber alıyorum.
Bir gün "Cura" köyüne gitmiştim. 60 yaşında, kır sakallı, nurânî çehreli, "Hacı Muhammet Efendi" isminde bir imam karşıma çıktı. Cura imamının şekil ve dış görünüşü beni aldattı. Diğerlerine benzetemedim; fakat iki gün köyde yaptığı inceleme ile bu nur yüzlü, ama merhametsiz, kara kalbli imamın öteki meslektaşlarına rahmet okutacak kadar dinsiz, namussuz bir zalim olduğunu, bir takım delillerle öğrendim. Meselâ ;
Civarda üç kızı nikâhlayıp, birer ay sonra boşadığını ve her birini askerlikle korkutarak, birer gençle evlendirdiğini ve köyün harmanlarından alınan sekizde bir hazine hissesinin toplanısında, yapmadık zulüm bırakmadığını anladım. Sabrım tükendi, halk arasında öldüresiye bu imamı dövdüm. Nahiyedeki bu durumu anladıktan sonra, imamların bir numaralı düşmanı oldum ve ilk işim bunlarla amansız bir savaşa girmek oldu. ,
Yeni gelen mutasarrıf, "Reşid Bey"e, uzun ve etraflıca bu durumu anlattıktan sonra şiddetli harekete geçtiğim takdirde himaye ve destekleneceğim hususunda kendisinden teminat aldım.

Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi
TAHSİN UZER
Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara,1979

Offline nazan

  • Member
  • **
  • Posts: 7
  • Gender: Female
Re: Makedonya Eşkiyalık Tarihi Ve Son Osmanlı Yönetimi
« Reply #1 on: August 11, 2009, 01:57 »
BİRİNCİ KISIM / SEKİZİNCİ BÖLÜM
YENİCE VARDAR KAYMAKAMLIĞI VEKÂLETİM
Sf:77-80

Razlık'a Hareketim ve Yolda Uğradığım Pürsıçan
Drama'ya uğrayarak,Pürsıçan yoluyla "Nevrokop"a ve oradan da Razlık'a gittim. Drama'daki       tanıdıklarım bana ziyafetler verdiler. Pürsıçan'da, Kobalişte köyünde benim ilk göz ağrılarımda idare mektebimde iki gece kaldım. Ne kadar seviniyorlardı. Ziyafetler, kır eğlenceleri ve su âlemleri yaptık. Pürsıçan'ın Magra mevkii; cennet gibi bir yerdir. Ne güzel, ne ulvi ve ne şairanedir. Kuzular, helvalar yedik. Eşraftan ihtiyarların ekserisi ölmüştü. Bilhassa Pürsıçan'lı Uzun Hasan, Kubalişteli baba yadigârı Hacı Hasan Ağaların ölümlerine ağladım. Oğlu Recep Ragıb Beyi baba dostu diye Erzurum'da Van'da hep yanımda bulundururdum, kaymakam yaptırdım.

Beni törenle yolcu eden süvari birliği ile Pürsıçan'dan ayrıldım. Kadın, çoluk çocuk bütün halk Pürsıçan'dan hareketimde beni görmeye gelmişti. Çünkü ben Pürsıçan'ın bir evlâdı gibiydim. Göreçik Köyünde de Bulgarlar beni karşıladılar. Orada nefis yemeklerle beni ağırladılar. Nahiye müdürlüğüm zamanında bu Bulgar köyüne çok gelip gitmiştim.Güzergâh olmak itibariyle pek eziliyorlarmış, ben onları koruduğum için çok memnun kalmışlardı. Oradan bakımlı olan tütüncü köylerini, Nevrokop'un Altın Ovası'nı geçerek "Astarceste"de Hacı İbrahim Efendi'ye misafir kaldım. Astarceste, Hacı İbrahim Efendi, şu baba ismi taşıyan bu adamı ve bu köyü, bu aileyi ne kadar sevmiştim. Pek çok defalar misafirleri oldum. Hanesinde namaz kılmayan yok. Temiz pak bir Müslüman Evi, müezzini ve imamı var. Namaz evde cemaatle kılınır. Yemekleri bol, mükrim, misavirper, her ahvalden, siyasetten haberdar olmak isterler.

Makedonya'nin bir gün ateş alacağini takdir ediyordu. Tam düşündüğü gibi oldu. Asterceste köyü de yandı, aile perişan oldu. Allah Rahmet Eylesin.

Nevrokop'a geldim;Kaymakam Arnavut Fehim Bey,azametli bir Arnavut;fakat hamiyetli,şerefli,asker,cesur tam bir kaymakam.Selanik'te ün yapmış bir idareci.Ben evinde misafir kaldım.Razlık hakkında bana geniş bilgi verdi.Bu zattan başlangıçta çok yararlandım.Önemli ve zor işlerde kendisini makine başına çağırır,konuşmalar yapardık.

Nevrokop,pek şairane bir kaza merkezi,Müslüman memleketi,camileri bakımlı,Belediye Reisi Hacı Ali Efendi ile dost oldum;hatta onu beraber Avrupa'ya götürmüştüm.Zeki,alicenab,tam bir insan.Rıfat Bey de Nevrokop'ta önemli bir kişi idi.Eşraf hep geldiler.Bulgarlardan ve şekavetten hep acı acı şikayet ettiler.Tehlikeli ve zor bir muhite gittiğimi,pek genç olduğumu söylüyorlar,Tanrı'nın beni korumasını diliyorlardı.

Nevrekop'ta " Nazırzade Hüseyin Ağa ailesi" meşhurdur.Divan-ı Muhasebat Reisi merhum "Hamdi Bey",Tahran sefiri "Fahri Bey" ve Mutasarrıf "Mehmet Ali Bey" Nevrokop'ta yetişmiş,akıllı aydın kişilerdendir,diyorlar.Nevrokoplular güzel yaratılmış kimselerdi,özellikle gözleri pek anlamlı idi.

İki gün sonra Razlık'a hareket edecektim.Süvari yok dediler.Ben de tek bir süvariye razı oldum.Tehlikeli iki kişi gidemezsiniz,dediler.Dinlemedim.Tek süvari ile Filip Hanları tarikıylebir günde,aşağı yoldan,önemli bir yolculuk ve mesafe aşarak2 Şubat 1317(1901)Perşembe günü saat 12 de,öğle ezanı okunurken kaza merkezi olan "Mehumi"ye girdim.
 
Gelişimden kimsenin haberi yoktu.Kadı,mal müdürü ve diğer memurlar koştular.Kadı İstanbul'lu Ali Rıza Efendi adında genç ve hoşsohbet bir zat.Biraz görüştükten sonra memleket eşrafı da geldi.Hepsi Bulgarca konuşuyorlardı.Pomak'lar;dindar ve cesur insanlar.Hükümet dairesi benim talihimden,pek harap eski bir medreseyi andırmakta,cezaevi de jandarma koğuşunun altında tam bir mahzen.Kaymakam odasının altı,suvarilerinin hayvanlarına ait ahır,gübre kokusu dehşet...Ufak tefek odalar,mahkeme salonu âdeta bir mahallî kahvehaneyi andırmakta.Azalar,kırmızı kuşaklı İsmail Ağa,bunak bir Bulgar olan Kepre Ağa.Mahkeme yerinin bütünüyle genel durumu çok gülünç.

Razlık'ın coğrafi ve genel durumu
"Razlık"ve diğer ismi ile "Mehumiye",Pirin ve Bulgaristan'ın "Rilla" dağlarının tam birleştiği yerde,ormanlar içinde,çamlarla çevrili,dört yanından sular,nehirler ve çaylar akar.Âdeta bir dondurma kutusu.18 köyünden birisi tamamıyla Bulgar,ikisi İslâm ve gerisi Müslüman Bulgar karışık.Başka millet yok...Nüfusu 23.000.
12.000 i İslâm ve 11.000 i Bulgar;fakat Bulgarlardan nüfusunu kaydettirmeyen çok.Meşhur "Banıska" köyü 1000 hane olup tüm halkı Bulgar.Bulgar sınırında bulunan "Babyak"köyü ise,1000 e yakın serpilmiş,dağlık evlerden müteşekkil olup,nüfusu kamilen İslâm.Buradaki islâmlar Pomak oldukları için tamamen Bulgarca konuşur.Silâhşör,muhafazakâr ve cesur insanlar.

Rumeli'nin en meşhur ormanları,bu kaza sınırı içindedir.35-40 metre yüksekliğinde,bir buçuk metre kutrunda,büyük ve beyaz çamlarla dolu bir çevre ve önemli bir servet kaynağı.Halk hayvancılık ve tarımla geçinir.

Razlık tam Bulgar sınırında bulunduğundan,halkı çalışkan olmakla beraber,Tam komitecidir.Bu yerin şekaveti,siyaseti ve idaresi çok önemlidir.Daimî bir ihtilâl havası eser.

Bulgaristan'da Makedonya'nın en faal ve en önemli komitecilik örgütü var.Ben 23 yaşına girmiş,ateşli bir genç olduğum cihetle Razlık'ı tam kendime uygun bir çalışma alanı olarak gördüm.Tabiî manzarasını sevdim,halkı saf ve temiz insanlar,hoşuma gitti.Kaza her bakımdan hizmete muhtaç idi.İşte benim istediğim bir atmosfer.

İlk kaymakamlığım olan bu görevde kendimi göstermek,vatana hizmet etmek ve özellikle yurdumu yıkmak isteyen,Makedonya'da durmadan İslâm kanı döken zalim Bulgarlardan ilk fırsatta intikam almak en büyük emelimdi.

Vali Hasan Fehmi Paşa,korkma,mücadele ve savaşa atıl,diye beni teşvik etmişti.Bir genç kaymakam gelmiş,sözleri işitilmeye başlamıştı.Gerçekten durum böyle idi.İçim ateşle dolu gözü pek bir genç olarak Yüce Tanrı'nın varlığına sığınmıştım.İlk gece çok dualarda bulundum.Allah hakikaten dualarımı kabul etti.Üç seneden biraz eksik olmak üzere Razlık'ta yaptığım kaymakamlık beni pekleştirdi,iyi bir idareci olmamda önemli amil oldu.

İdarecilik hayatımın bana güç veren kaynakları
 Valiliğim dahil,bütün idare ve âmirliklerimde gösterdiğim başarının temel kaynak ve gücünü şöylece özetleyebilirim:
Pürsıçan'da idareciliğin esasını,"Çiç" de asayiş sağlamadaki önemli prensiplerin anahtarını,"Razlık" ta ise mücadele ve sabrın sırrını öğrendim.Kısacası bı üç yeryöneticilik bakımından bana görgü,tecrübe ve mücadele eğitimi veren birer mektep oldu.

Kaymakamlık görevine başladığım 2 Şubat 1317(1901) tarihinden,Drama mutasarrıflığına atandığım 1327(1911) yılı başına kadar geçen dokuz seneye yakın bir süreyi idarecilik hayatımın en önemli,tehlikeli,maceralar,tatlı ve acı anılarla dolu bir dönemi addederim.
Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi
TAHSİN UZER
Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara,1979

Offline nazan

  • Member
  • **
  • Posts: 7
  • Gender: Female
Re: Makedonya Eşkiyalık Tarihi Ve Son Osmanlı Yönetimi
« Reply #2 on: August 11, 2009, 02:00 »
İKİNCİ KISIM / İKİNCİ BÖLÜM
TAHSİN BEY'İN RAZLIK KAYMAKAMLIĞI
Sf:135-137

Yakorit,Preder ve Baçova kışlaları inşaatı

Müşir "İbrahim Paşa" dan aldığım,övgülerle dolu bir mektupta,Bulgaristan sınırında bulunan "Yakorit" köyünde bir taburluk kışlanın,benden inşası isteniyordu.
(Bu arada şunu da belirtmek isterim ki,Razlık gibi ucuz bir bölgede,özellikle halkı iyilik yapmaktan hoşlanan bşr çevrede,bina kurmak önemli bir iş değildir.
Bakkala gelen saf bir adamın:
"Yahu,bu şeker,bu yağ ve irmik senin mi?
Senin ise,neden helva yapmıyorsun?
dediği gibi,en iyi cinsten bir tahtanın 10 para,dülger yevmiyesinin 2 kuruş olduğu bir diyarda,ihtiyacı giderecek binalar yapmamak düpedüz yazıktır.Daha doğrusu küçümsenemez bir gaflettir).
 Müşir Paşa'nın gösterdiği arzu üzerine,Türk-Bulgar karışımı bir halkı ve bin evlik bir kasabacık olan "Yakorit" e gittim.Burada Hacı Aluş,Abdi,Hafız ve Recep Ağalarla görüştüm.Yardım teklifimi güler yüzle karşıladılar.Bir hafta Yakorit'de kaldım ve inşaata başladım.Zaten bütün inşaatın plan ve keşiflerini,bizzat kendim çiziyor ve yapıyordum.Kışlanın bitiş haberini Paşa'ya bildirdiğim zaman,bana hayret ve hayranlıkla karışık bir teşekkür telgrafı gönderdi.

Cuma-i Bâlâ ve Razlık arasındaki yol,Bulgaristan sınırına paralel ve yakın olduğundan,çoğu kez olaylar patlak veriyordu.Örneğin:
"Tanınmış Amerikalı yazar "Miss.Easton",1901 yılında "Baniçe" çetesi tarafından bu yolda tutulmuş ve Osmanlı devletine büyük bir gaile olmuştu.Hatta benim razlık kaymakamlığına atanmamda, bu Miss Eastone olayının büyük etkisi olmuştur.Bu yolun güvenliği ve selâmetini sağlamak amacıyla,yol üzerinde bulunan "Preder" sınır kasabasında da, yine halkın yardımlarıyla,bir bölüğü rahatça barındıracak bir kışlanın daha inşasına başladım.

"Baçovalı Süleyman ve Baki" Ağaların kendi çabalarıyla,Baçova'da da Bulgar sınırını gören hâkim bir noktada,bir taburluk başka bir kışlanın da temeli atıldı.Bu kışlaların inşaatında köyün Bulgar dülgerleri çalıştılar;fakat gündelik ücret almadılar,insanlık gösterdiler.Yalnız onların öğle ve akşam yemeklerini köylü verdi.Kışlalar tez zamanda ikmal edildi.Açılış töreninde Vali Hasan Fehmi Paşa'yı ben,Müşir Paşa'yı ise yaveri "Ali Fürüzan"Bey temsil ettik.(Bu kışlaların oynadığı büyük rolü,ileride değineceğim ayaklanma konusunda anlatacağım).

Kazada sükunet devam ettiği sürece,ben de bölgenin bayındırlık ve imar işleriyle ilgilenme imkânını buldum.Sayısı sınırlı olan İslâm köylerinde de birer ilkokul ve "Bayrak" köyünde de,50 öğrenciyi alacak bir medrese yaptırdım.Bu medreseyi inşadan maksadım,iki bin konutlu,âdeta Karadağ kadar dağınık ve dağlık,bu "Pomak" köyünde gördüğüm din bilgisi eksikliğini ve moral bozukluğunu gidermekti.Zaten Bulgarca konuşan köyün,Pomak halkının ne dinden,ne de imandan haberi yoktu.Bayrak Köyü medresesi iyi sonuç verdi.Bu sefer daha büyük çapta ve görkemli bir medrese de Yakorit'te inşa ettirdim.Hacı Aluş Ağa bu medresenin tüm masraflarını kesesinden ödedi (Teşvik olsun diye beşinci rütbeden Mecidî nişanını kendisine verdirebildim.Çok sevindi.)

Yakorit doğal güzelliklerle dolu,Mesta nehrinin öz kaynağına yerleşmiş,"Kurudere" adıyla tanınan çam ormanlarıyla çevrili şirin bir köydür.Ormanın her yerini çağlayanlar süsler.

Razlık kaza merkezinin özünü teşkil eden "Masumiye"de de ne kaldırım,ne fener,ne de yol vardı.Belediyeye düzenek vererek "İsmail Ağa" yı başkan seçtirdim.Bu zat çok çalışkan,gayretli ve fedakâr bir insandı.Kasabada giriştiği imar hareketlerinde çok başarılı oldu.Hatta diyebilirim ki diğerlerine örnek olacak değerde bir kişiliğe sahipti.Yollar,kaldırımlar,çeşmeler,fenerler ve daha bir çok tesisler yaptı.Van valisi iken bir gün:Ah,İsmail Ağa gel de seni belediye reisi yapayım diyesim geldi.Hatta Suriye'de vali iken bile onu andım ve aradım.

Genel olarak Razlık'ın köylerinde bile bu tip çalışkan ve fedakâr insanlara rastlamadım.Bunun hikmetini anlayamadım.Belki Bulgar sınırında olmak bu kişileri uyanık bulunmaya yöneltiyordu.

Razlık'ta daha çok şeyler yapmak isterdim.Özellikle "Lezekop" ile merkez arasındaki ham yolu,şoseye çevirmek fikrindeydim.Fakat Bulgarlar rahat durmadılar.Ayaklanmalar başladı.

Cuma-i Bâlâ,Menlik,ve Petriç ilçelerinde Bulgar ayaklanmaları

Artık huzur devri bitmiş,işimiz gücümüz çete çarpışmalarına,eşkiya takiplerine ve bölgenin bu mikroplardan temizlenmesine yöneltilmişti.1902 yılının sonlarına doğru komitecilerin azıtmaları son haddini bulmuştu.Cuma-i Bâlâ
 ve Menlik ayaklanmaları aldığımız sıkı tedbirler sayesinde Razlık'a bulaşamadı.Bunun ana nedenini silâhların zamanında toplanmasında aramak lâzımdır.Yoksa Razlık ayaklanmaya daha elverişli ortamda idi.

1902 yılının Temmuz ayında,bir jandarma müfrezesiyle komitecileri kovalarken,yolumuz Cuma-i Bâlâ'nın "Greaova" ve Menlik ilçesinin "Keresne" köylerinden geçiyordu.Buralardan edindiğim güvenilir bilgiler,pek yakında "Serez Sancağında" ve Bulgaristan sınırı bölgesinde bir ayaklanma olacağını gösteriyordu.
éserez Mutasarrıfı Rüknettin Beye",durumu şifre ile bildirerek,böyle bir ayaklanmaya karşı görüşüp engelleyici tedbirler almak ve prensibe bağlamak için;Cuma-i Bâlâ,Menlik,Petriç,Razlık,Lezekop ve Kosova vilayetine bağlı "Osmaniye" ilçeleri kaymakamlarının uygun görülecek bir yerde toplanmalarına izin verilmesini yazmıştım.Müşir Paşa ile görüşmüşler ve teklifimi uygun bulmuşlar.

Kaymakamlar toplantısı

1902 Ağustosunda,Cuma-i Bâlâ Kaymakamı "Mustafa Asım Paşazade İhsan",Petriç Kaymakam Vekili "Mustafa",Osmaniye Kaymakamı "Süleyman" Beyler ve ben;Petriç ilçesinin "Breziniçe" köyünde toplandık.Hepimiz yakın bir ihtilâlin arifesinde bulunduğumuzu kabul ederek,buna karşı jandarmanın arttırılmasını,seyyar askeri birliklerin güçlendirilmesini,silâh toplanmamış ilçelerde de silâhların ivedilikle toplanmasının lâzım geldiğinde görüş birliğine karar verdik.Bu fikrimizi etraflı bir raporla üst makamlara ilettik.Bu rapora gereken ilginin gösterilmemesi yüzünden kesin bir sonuca varılamadı.

Bu toplantıdan elde edilen tek yarar,komşu olan ilçeler kaymakamlarının biribirinin görüş ve düşündüklerini anlayıp,karşı fikir ve mütalealarla eksiklerini tamamlamış olmaktan ibaretti.

Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi
TAHSİN UZER
Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara,1979